Hristiyanlık dinini temel alan, pohpohlayan, kutsallaştırıp mucizeleştiren, dikte ve empoze eden bir film… Bu haline takılmadan izleyecek olursanız çok da hoş, sıcacık bir aile filmi… Konusu yine gerçek hayattan alınmış… Filmin sonunda gerçek kişilerle de tanışıyorsunuz. Özellikle küçük kızın yüzündeki tebessüm size umudun yitirilmemesi gerektiğini ve mucizelerin hala varolduğunu hatırlatıyor. Ama hep bir mucize beklentisi içinde olmak gibi bir etkiye sahip oluşu ile de filmin bu halini çok da kaale almamak gerek diye düşünüyorum. Hüsranı da o denli büyük olacaktır.
msahin bunu beğendi.
Hunharca bir cinayetle öldürülen kızının katilinin peşine düşen, suratsız-gözü pek bir anne... Anneyle hemen bir özdeşlik kurup tatmin edici bir sona ilerlemek istiyor insan... Oysa konunun ele alınış biçimi ve işlenişi ile yavanlaşan bir film.. Çıkarımlar ve sorgulamalarla zihinlerde yaşamaya devam edebiliyor neyse ki... Oscar'a dek götüren de bu olmalı. Başka da nesi vardı ki!
Ecemkayaa bunu beğendi.
Anne sevgisinden yoksun büyümüş, okuyamamış, hantal, entelektüellikten yoksun bir adam sık sık gittiği bir parkta entelektüel birikimi üst seviyede, dostane, hoşsohbet yaşlı bir hanımla tanışıp arkadaş oluyor.Filmde bu ikilinin arkadaşlığı-sevgisi üzerine şekilleniyor. Zaman zaman hüzünlü, zaman zaman sevinilesi sahneler... Sıcacık... samimi...
İzleyene huzur veren, sıcacık bir aile filmi… İngiliz dönem filmlerini sevenlere kaçırmamalarını öneririm.
Annenin aşırı dindarlığı ve babanın her şeyi bilimle açıklama-anlamlandırma arzusu karşısında zaman zaman bocalayan ve kilisenin tepkisine maruz kalan küçük bir kız... Durağan sahneler olsa da film sarıp sarmalayıcı… Hypatia’nın hayatını konu alan Agora filmini çağrıştırıyor.
Film boyunca "bu çok saçma" diyerek ilerlerken neyse ki sona yaklaşınca o saçmalıkların sebeplerini ve filmdeki misyonlarını öğreniyoruz, dolayısıyla film de belli bir yere oturabiliyor. Kitabı okuyanlar öngörüleriyle ve bilgileriyle izledikleri için muhtemelen benim gibi hissetmemişlerdir... Finale ülkemizi konu etmişler, bunu sevmem gerekirdi belki... ama Türk ve Türkiye kavramlarının geçtiği yerlerde görüntüler fas, iran gibi ülkelerin karakteristiklerine evrilmişti, gerçekten kopuk buldum.
dominiko bunu beğendi.
Tek düzlemde ilerleyen bir hikaye... İzleyicinin gördüğü şeyleri ana karakterin göremiyor olması sıkıcı ve ana karakterle özdeşleşebilmek adına kocaman bir handikap. Tüm bunlar olsa da dönem filmi severler için izlemek tabii ki kazanç. Harika manzaralar, başarılı oyunculuklar, döneme ait izler izleyicinin kopmasına müsaade etmiyor zaten. Sevdim bu filmi.
seveceğim ve beni sürükleyecek bir akışın bir süre sonra zorlamaya dönüşeceğini hiç beklememiştim. çünkü yorumlarda buna değinen nerede ise yok denecek kadar az. yine de "beklentiyi yükseltmemek" uyarılarını dikkate almam gerekirdi. o sebeple ben de uyarımı o yönde yapıp konu itibariyle merak uyandırıcı bir konu olduğunu, leonardo'nun rolünün hakkını verdiğini, gizem olgusunun izleyiciyi odaklama adına yeterince işlendiğini ve dramatik ögelere layıkıyla yedirildiğini, beklenmedik bir sonu olduğunu, ancak o sona giden yolun bazen izleyiciyi zorlayarak karşısında tuttuğunu not düşeyim. Filmi vurucu havasına sokan da zaten sonu...
Çalışanları çok mutlu görünsün diye mi; konuşurken birden bire gülme pozisyonuna geçen insanlar vardı, Japonların olağan bir konuşma biçimi mi bu, yine de gülünç bir şey olmadan, normal konuşmanın sesli gülüşlere evrilmesi hayli ilginçti. Gülmek güzeldir tabii ki, ama ciddi ciddi konuşulurken birden bire sesli gülüşlere geçilmesini aklımda bir yere oturtamadım. Öte yandan; Miyazaki'nin iş disiplinine, çalışma yöntemine, çalışanları ile ilişkisine, zevkle izlediğimiz filmlerinin üretim serüvenine ve Miyazaki'yi Miyazaki yapan şeylere tanıklık etmek çok hoş ve bilgilendirici idi. Başarı kendiliğinden gelmiyor, bir kez daha tescilliyoruz bu belgeselle.
Tıpkı şu an sorularımız havada nasıl kalıyor, hala bazılarının içlerini asla dolduramıyor isek, filmin senaristi de aynı düşünce ile çok şeyi cevapsız bırakmış. Süreci bilelim, kimlerin ne hesapları olabileceğini düşünelim, ipuçlarından yola çıkıp çok boyutlu akletmelere geçelim, salt virüse odaklanıp gerisini boşvermeyelim... gibi gibi anafikirleri arayarak izlemekte yarar var... Aksi halde salt sinematik çerçevede bakarsak bir sürü eksik bulmak olası.
phoebe bunu beğendi.
Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’nin yaşamından bir kesit... Tüm zorluklara rağmen hayata karşı yılmaz bir duruş... Kalbim acıdı ama güzel filmdi.
Muratovic, MehmetYurdakul bunu beğendi.
Başarılarla dolu bir hayata doğru giderken hangi zor dönemeçlerden geçildiğini anlatan, şaşırtıcı ve üzücü bir yaşam hikayesi.
MehmetYurdakul bunu beğendi.
İnançsız bir annenin rahibe olmak isteyen ve kendini manastıra kapatan kızı ile ilişkisini konu edinmiş. Rahibelerin yaşamını merak ediyor, psikolojik ve sosyolojik çözümlemeler yapmak istiyorsanız film tam size göre.
MehmetYurdakul bunu beğendi.