Mizah Toplumsal Başkaldırıdır
Charles Bukowski’nin, “Cehennemde kahkaha eksik olmaz,” notunu düştüğü mizah toplumsal başkaldırıdır; tabancadaki mermidir.
Ortaçağda olduğu gibi modern çağda da kutsal, ilahi, değişmez, dokunulmaz, sorgulanmaz olarak kabul edilen yerleşik değer ve katılıklar, mizah eylemi ile “buharlaştırılır”. Mizah, egemen değerleri itibarsızlaştırıp, dünyevileştirirken; baskıyı ters yüz edip, korkuyu azaltırken; bir şeylerin değişmesi gerektiği duygu ve düşüncesini güçlendirir.
“Gülmek devrimci bir eylemdir” diyenler boş bir laf ediyor değiller. Bir kahkaha atmak için bile “mevcut değerlere”, “dini öğretilere” karşı çıkmak zorundayız hepimiz. Nasıl bir kuşatma altında olduğumuz ortadayken; “gülmek” için çok ama pek çok uğraş vermek ve dik durup, diklenmek durumundayız.
Kolay mı? Gülme korkunun ve acının en güçlü panzehridir. Özgürlük gülme ile örtüşür. Mizaha izin verilen yerlerde, özgürlük vardır. Bu yüzden direnişin olduğu toplumsal mekanlarda yaşanan birçok acıya karşın mizah üretimi yükselir. Nazi rejimi altındaki Çek direnişinin en önemli silahı yaygın bir şekilde üretilen mizahtı. Hayatı daha katlanabilir kılıyordu.[9]
Resmi ve otoriter kültüre meydan okumakla mükellef olan gülme eylemi, korkunun kaynağı olan kutsal nesneyi sıradanlaştırır. “Kutsal”ın büyüsünü, ona değin yanılsamaları bozar. Çünkü ağlamak pasif direniş, gülmek de başkaldırırken; mizah bir tepki, itiraz, isyandır; direncin en anlamlı simgesidir.
Charles Bukowski’nin, “Cehennemde kahkaha eksik olmaz,” notunu düştüğü mizah toplumsal başkaldırıdır; tabancadaki mermidir.
Ortaçağda olduğu gibi modern çağda da kutsal, ilahi, değişmez, dokunulmaz, sorgulanmaz olarak kabul edilen yerleşik değer ve katılıklar, mizah eylemi ile “buharlaştırılır”. Mizah, egemen değerleri itibarsızlaştırıp, dünyevileştirirken; baskıyı ters yüz edip, korkuyu azaltırken; bir şeylerin değişmesi gerektiği duygu ve düşüncesini güçlendirir.
“Gülmek devrimci bir eylemdir” diyenler boş bir laf ediyor değiller. Bir kahkaha atmak için bile “mevcut değerlere”, “dini öğretilere” karşı çıkmak zorundayız hepimiz. Nasıl bir kuşatma altında olduğumuz ortadayken; “gülmek” için çok ama pek çok uğraş vermek ve dik durup, diklenmek durumundayız.
Kolay mı? Gülme korkunun ve acının en güçlü panzehridir. Özgürlük gülme ile örtüşür. Mizaha izin verilen yerlerde, özgürlük vardır. Bu yüzden direnişin olduğu toplumsal mekanlarda yaşanan birçok acıya karşın mizah üretimi yükselir. Nazi rejimi altındaki Çek direnişinin en önemli silahı yaygın bir şekilde üretilen mizahtı. Hayatı daha katlanabilir kılıyordu.[9]
Resmi ve otoriter kültüre meydan okumakla mükellef olan gülme eylemi, korkunun kaynağı olan kutsal nesneyi sıradanlaştırır. “Kutsal”ın büyüsünü, ona değin yanılsamaları bozar. Çünkü ağlamak pasif direniş, gülmek de başkaldırırken; mizah bir tepki, itiraz, isyandır; direncin en anlamlı simgesidir.
”En azından bir kere dans etmediğimiz her günü yitirilmiş; hiç olmazsa bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız.” Nietzsche
Yıllar önce okumuş olduğum Sanders / Kahkahanın Zaferi isimli kitaptan yola çıkarak, iktidarı ve sistemi mizah ile sorgulayan Sinema dünyasının eşsiz eserlerinden bahsedelim istiyorum.
Kısaca Kitabımızdan bahsedecek olursak; Sözlükler tanımlamakta zorlansa da, hah hah ha’yı hepimiz tanıyoruz: İnsani davranışın en neşeli, en “ciddiyetsiz” örneklerinden biri. Kahkahanın Zaferi’nde Barry Sanders, bu neşeli eylemin ardındaki yaratıcı ve bozguncu potansiyeli açığa çıkararak, kahkahanın gücünü yabana atanlara entelektüel bir nanik yapıyor.
Gülme insanoğlunun “kökdili”dir, edebiyata hayat vermiş olan en dolaysız dil: “Edebiyatın kökleri, çok çalışma, gözden geçirme ve ciddi betimlemede değildir. Edebiyat daha çok, bir spor gibi, oyun ve alaycı konuşmadan, esprilerden ve neşeli konuşmalardan doğup gelişmiştir.” Ne var ki kahkahalar her zaman özgürce çınlamamıştır. Kahkaha bozguncudur, tehlikelidir. Yersiz bir kahkaha, her şeyden daha büyük bir güçle, yetkili kişilerin iktidarını sarsabilir. Bu yüzden iktidardakiler, tarih boyunca bu tehlikeli sesi susturmanın yollarını aramışlardır. Ciddiyet ve ağırbaşlılık çağrısı kimi zaman dinsel dogmalardan gelmiştir, kimi zaman yurttaşlık ideallerinden, kimi zaman da toplum “adabı”nın gereklerinden.
Kahkahanın Zaferi, gülmeye ilişkin tutumlardaki kültürel değişimleri izlemeye Batı uygarlığının en başından başlar. İsrailoğullarının öfkeli Tanrısı’yla başlayan bu araştırma (Tanrı Eski Ahit’te kaç kere gülmüştür?) Antikçağ, Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanma’yı kat ederek günümüze, Freud’a ve stand-up komediye kadar uzanır.
Tarih boyunca durmadan anlam değiştirmiş olsa da, Sanders’a göre kahkaha her zaman “köylülerin ve kadınların” dünyasıyla bağlantılı olmuştur; gülme aslında bir “yeraltı hareketi”dir, sesini duyuramayanların sesidir. Kahkaha, bayağılık ile erdemi, cennetlik ile cehennemliği, görgülü ve incelmiş sınıflar ile kaba saba, yontulmamış güruhları birbirinden ayırt etmenin anahtarı olmuş, hatta giderek, gülme heveslileri (“çatlaklar”, “toplum kaçkınları”) toplumun suçluları gibi görülmeye başlanmıştır.
Ciddiyetin meziyet sayıldığı, “karı gibi gülme!” diye küfür edildiği, asık suratlı politikacıların ve heykellerin iktidarı temsilen dört yanımızı kuşattığı bir kültürel iklimde, kahkahanın neşeli yıkıcılığını açığa çıkaran çok önemli bir kitap
Yıllar önce okumuş olduğum Sanders / Kahkahanın Zaferi isimli kitaptan yola çıkarak, iktidarı ve sistemi mizah ile sorgulayan Sinema dünyasının eşsiz eserlerinden bahsedelim istiyorum.
Kısaca Kitabımızdan bahsedecek olursak; Sözlükler tanımlamakta zorlansa da, hah hah ha’yı hepimiz tanıyoruz: İnsani davranışın en neşeli, en “ciddiyetsiz” örneklerinden biri. Kahkahanın Zaferi’nde Barry Sanders, bu neşeli eylemin ardındaki yaratıcı ve bozguncu potansiyeli açığa çıkararak, kahkahanın gücünü yabana atanlara entelektüel bir nanik yapıyor.
Gülme insanoğlunun “kökdili”dir, edebiyata hayat vermiş olan en dolaysız dil: “Edebiyatın kökleri, çok çalışma, gözden geçirme ve ciddi betimlemede değildir. Edebiyat daha çok, bir spor gibi, oyun ve alaycı konuşmadan, esprilerden ve neşeli konuşmalardan doğup gelişmiştir.” Ne var ki kahkahalar her zaman özgürce çınlamamıştır. Kahkaha bozguncudur, tehlikelidir. Yersiz bir kahkaha, her şeyden daha büyük bir güçle, yetkili kişilerin iktidarını sarsabilir. Bu yüzden iktidardakiler, tarih boyunca bu tehlikeli sesi susturmanın yollarını aramışlardır. Ciddiyet ve ağırbaşlılık çağrısı kimi zaman dinsel dogmalardan gelmiştir, kimi zaman yurttaşlık ideallerinden, kimi zaman da toplum “adabı”nın gereklerinden.
Kahkahanın Zaferi, gülmeye ilişkin tutumlardaki kültürel değişimleri izlemeye Batı uygarlığının en başından başlar. İsrailoğullarının öfkeli Tanrısı’yla başlayan bu araştırma (Tanrı Eski Ahit’te kaç kere gülmüştür?) Antikçağ, Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanma’yı kat ederek günümüze, Freud’a ve stand-up komediye kadar uzanır.
Tarih boyunca durmadan anlam değiştirmiş olsa da, Sanders’a göre kahkaha her zaman “köylülerin ve kadınların” dünyasıyla bağlantılı olmuştur; gülme aslında bir “yeraltı hareketi”dir, sesini duyuramayanların sesidir. Kahkaha, bayağılık ile erdemi, cennetlik ile cehennemliği, görgülü ve incelmiş sınıflar ile kaba saba, yontulmamış güruhları birbirinden ayırt etmenin anahtarı olmuş, hatta giderek, gülme heveslileri (“çatlaklar”, “toplum kaçkınları”) toplumun suçluları gibi görülmeye başlanmıştır.
Ciddiyetin meziyet sayıldığı, “karı gibi gülme!” diye küfür edildiği, asık suratlı politikacıların ve heykellerin iktidarı temsilen dört yanımızı kuşattığı bir kültürel iklimde, kahkahanın neşeli yıkıcılığını açığa çıkaran çok önemli bir kitap
kadifekirpik, Northeaster liked this.
“Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek… Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: Cehennem başkalarıdır.”
Together We Will Live Forever