The Underground Railroad (2021)
Rating
Not enough ratings to show
Your Rating
Language
English
Country
USA
Runtime
59 minutes
Last aired
kaptankaptanim
error_outline
Bazı eserler size uzun zaman kullanmadığınız ya da bir yerlerde duymadığınız kelimeleri hatırlatıyor. Dizinin her sahnesinde aynı ifadeyi kullandım. ''takdire şayan'' Underground Railroad, Afro-Amerikan kölelerin İç Savaş öncesinde kaçmak için kullandıkları gizli yollar ve güvenli evler ağı olan gizli bir örgüttür. Bilindiği kadarıyla bu ağ, Güney ve Kuzey arasındaki demiryolu duraklarıyla değil yeraltındaki gizli geçitlerle var olmuştur. Kitapta ve uyarlamada, spekülatif bir şekilde gerçekten yerin altında bir demiryolu var gibi ele alınıyor ve aslında kaçmak amacıyla yola çıkan hiçbir kişinin güvende olamayacağını sürekli 'Manifest Destiny' , 'Bağımsızlık Bildirgesi' , 'Batıya Yayılma' gibi kavramlarla pekiştiriyor. Cora doğup büyüdüğü plantasyondan kaçarken, Arnold da kendi yaşamından kaçıyor ve hayat onları farklı sebeplerle de olsa aynı eylemi gerçekleştirmek için içinde istenç belirterek -aynı rotada buluşturuyor. Ailesini siyahlardan kurmuş bir beyaz yerleşimcinin oğlu ile ailesi doğal olarak siyahlardan oluşan bir siyah köle kadın 'aile' aidiyetinden kaçıyor; Bunu şu şekilde ele aldım. Beyaz ile siyah renk arasında elli farklı gri tonu var. Beyaz olan masumiyet, samimiyet iken, siyah olan mahrumiyet, mahkumiyet olsun. İnsan dünyaya geldiğinde herhangi bir kavrama tutunur, bağlanır ve bu onun aidiyeti olur. Çocukken herkes masumdur, samimidir. Ama bir aidiyet, bilinçli de olsa zamanla kendi kendine de bitse daima bir mahrumiyet yaratır. Ve bu mahrumiyetin içinde mahkum hissedersin. Yani kısacası 'aidiyet' bittiğinde 'siyah' a dönersin. Eserdeki karakterlerin hepsi özgürlük umuduyla beyazda kalmak için çabalıyor. Dünyanın adil, güzel, özgür ve samimi bir yer olduğuna inanıyorlar. Randall'lar için kendi ırkının yüceliği, Ridgeway için çoğunluğun inanışlarının sarsılmazlığı, Martin ve Ethel için bağnaz inanışları, Ellis, Mingo, John Valentine ve ailesi gibi kendi özgürlüklerini satın almanın verdiği gurur, Cora ve annesi Mabel için aile, Homer için baba yerine koyduğu patronu, Caesar için özgürlüğü elde etmek, bir gün evlenmek ve yuva kurup mutlu yaşayabileceği hayali ile yaşama tutunmak, Jasper için konuşmayarak samimi olmadığını düşündüğü insanlardan uzak durabileceğini ve deli taklidi yaparak huzurlu yaşayabileceğine inanmak, Roy, Red, Samson ve diğerleri için tüm siyahları bir gün kurtararak onurlu yaşayabileceklerine inanmak, Rumsey Brooks, Jockey, Öğretmen kadın, Proud gibi karakterler için mesleğin ya da görevin verdiği gururun gerçekliği ve Fanny için yaşamdan uzak durarak zarar görmeyeceğine inanmak. Bunların hepsi bir aidiyet. İnsan bunlara inanırken beyazın içindedir. Her şey çok samimi çok masumdur. Ama kaybettiğin an yaşadığın şok ve psikolojik sarsılma ile siyaha dönersin. Ve hayatta kalabilme için palette gri tonlarında kendine bir yer bulursun. Ama en büyük gerçek gri tonların her biri biraz siyah ve biraz da beyaz barındırır. Martin kendini inançlı biri olarak görüyordu. Amazing Grace'e inanıyordu. Fanny'e Grace adını takmasının sebebi buydu. Yani 'merhamet'. Ancak merhametini gösterebilme şekli yapması mümkün olan tek şekille mümkündü. Onu saklamak, göstermemek. Grace'in kaldığı tavan arasındaki gizli bölme, Martin'in içindeki en dip kısımdır. Irkçılığın bu kadar net olduğu bir dönemde siyahlara gösterebildiği merhamet, kimilerince onun içindeki zayıflık olarak görüneceği ve suç teşkil edeceği için onu saklamak zorundaydı. Kendine merhametli davranılmayan bir temizlikçi olan İrlandalı kadın, merhametin yok olduğuna inanmaya başladığında onu yok etmek isteyerek evi ateşe veriyor. Ve neticede tüm köy yanıyor. Bir anlamda tanrı insanlara merhamet göstermiyor anlamına geliyor. Roy'un uzun adı Royal'ın verdiği fikirlerindeki asalet, Caesar'ın arkadaşı tarafından bıçaklanması, Jasper'ın hayalete dönmesi, Öğretmenin çocuklara kelimelerin anlamlarını öğretemiyor oluşu, Mingo ve Valentine'ın kandan, şiddetten uzak bir yaşam isterken, katilleri suçluları dışlayan kibirlerinin sarsılması ve akabinde tüm ailesinin cinayet işlemek zorunda kalması, Ridgeway'in babasından uzaklaşmayı isterken, insanlığından kaçmak istememesi ama babasının da insan olduğunu bir tülü kabullenmemesi onun karşısına Homer'ın yüce ruh saplantısı olarak çıkmasına neden olması, Cora'nın annesini anlamadan, bilmeden yargılayarak kendi kendine bir şeylerin yeşermesine izin vermemesi, yaraları sarmak istememesi, cebinde taşıdığı tohumları ekmemesi, Moses adı koyulan bir adamın değil bir halkı daha başta kendi karısını koruyamamış oluşu bu eseri etkileyici yapan pek çok detay. Ama kimsenin bilmediği şey Grace'in yani merhametin alevlerin arasından kaçıp gittiği. Ridgeway küçük bir çocukken kendinden küçük olan özgür siyahi çocuk Mack'in kuyuya düşmesine neden oluyor ve bu hareketiyle babasının gözünden düşüyor. Bu noktada söylemeden geçmek istemiyorum; Peter Mullan'ın da, Joel Edgerton'un da, Thuso Mbedu'nun da ve diğer herkesin de oyunculuğuna hayran kalmamak elde değil. Çok katmanlı ve derinlikli karakterlerle karşılıyor sizi dizi. Empatiye çok açık bir yanı olsa da asla yaşamadan anlayamayacağımız hisleri çok net aktarıyor izleyiciye. Kuyuya düşen çocuk Mack büyüdüğünde evin sahibi yani Arnold'un babasına olan sadakat bilincinin yerini intikam arzusu alıyor ve Arnold'u öldürmeyi göze alabiliyor. Yani eser açıkça şunu söylüyor. Her aidiyet bir gün biter. Asla bitmez dediğimiz, bizi yaşama bağlayan şey ne olursa olsun(intikam, nefret, aşk, özgürlük) ölümle aramızdaki duvarların harcı sadece inançla örülmemelidir. Bu noktada ne kadar masum olmaya çalışsak da, samimi olduğunu düşündüğümüz kağıttan olgular, yapılar, kavramlar, doktrinler bir üflemeyle yok olabilecek şeylerdir ve siyah olana daha yakınızdır. Aidiyet bittiği andan itibaren mahrumiyet başlar. Başta aidiyetten mahrumuzdur, yeni bir aidiyete mahkumuzdur, mecburuzdur, muhtacızdır. Polly ve Moses'ın hikayesi ile yazıyı bitirmek istiyorum. Polly kendi çocuğunu doğumda kaybediyor ve dolayısıyla 9 ay süren bir aidiyet sonrası mahrumiyet yaşıyor. Anne olmaya hazırlanırken kendini yas tutarken buluyor. Başkasının çocuklarını emzirmeye başladığında yeni çocuklarla ve kocası Moses ile bir aidiyet kuruyor. Bir süre isteyerek aile olmanın zevkini yaşıyorlar. Mabel, Polly'e onlar senin çocukların değil, o çocukları satacaklar dediğinde Polly aidiyetinin yok olacağını daha aidiyet yok olmadan önce yaşıyor. Ve başkasının kendi aidiyetini yok etmesini beklemek yerine, kendi eylemini kendi gerçekleştiriyor. Önce bebekleri öldürüyor. Aidiyetini kendi sonlandıran insan kısa süre de olsa bir şeyi başarmak, birilerini yenmek, bir şeyi bitirmek duygusu ile mutluluk yaşıyor. Ancak sonradan tahmin etmediği bir aidiyet kendi kendine gelişiyor. Katillik, canilik, beyaz insanla aynılık. Katillik aidiyetine ait olmayı reddeden Polly kendini yaşamını sonlandırarak bir paradoksu bitiriyor. Ancak daha sonra onu tanıyan Mabel'da en yakın arkadaşını yeni kaybetmiş olmak aidiyetine ve kocası Moses üzerinde, karısını kaybeden koca ve suçluluk aidiyetine sebebiyet veriyor. Moses gözden kaçırmanın cezasını kırbaçla ve asla aile olamayacağı gerçeği ile yüzleşerek çekiyor; sadece köle olduğunu kabullenerek güneşin altında bir gün daha geçirirken Mabel ise bir yılan tarafından zehirleniyor. Aslında buradaki zehir de başka bir metafor tabi. İnsan daima bir aidiyeti kendi yaratmaz, başkalarının seçimleri ve eylemleri, insanın hayatının nereye gideceğini belirleyen büyük bir etken. Jasper da Ridgeway'i bu şekilde manipüle etmişti; 'o yaptığın her şeyi görür' derken tanrıyı kastediyor olsa da Arnold için tanrı, babadan başlıyordu. Onun kutsalı babasıydı. E peki madem herkesin hayatı birbiri ile bağlantılı, neden kadere inanıp duruyoruz? Neden kaderleri kölelikti? 'Merhamet'i salıvermeyip de kendi içinde tutan ve daha sonra elinden kaçıran insan yüzünden mi? Dünya çok kötü, adalet yok. Ve adaletin gerçekleşmesi için beklenen 'exodus'lar sadece birer mit. Müthiş kurgu, kusursuz anlatım. Biraz araştırdım 2.Sezon için 10 Mayıs 2024 tarihi verilmiş.