Türk Sineması’nın En Sarsürlüsü; Atıf Yılmaz
(Yazar: Ege Sarıaltın)
Türkiye’de, portföyünde vasıflı filmler olan büyük yönetmenler bulmak çok kolay değil. Endüstriyel sinemaya olan yatkınlığımızdan mı bilinmez, iyi yönetmenlerimizi bile sektörün içinde harcamasını bilen bir milletiz. Yılmaz 50 senelik sinema macerasında 100’den fazla film çekmiş ve bunların neredeyse tamamında endüstriyel kaygılardan ziyade, toplumsal ve sinematografik kaygılara önem vermiş değerli bir isim. Henüz sinemasının ilk dönemlerinde sansürle tanışan yönetmen, tüm hayatı boyunca dik duruşunu ve toplumsal kaygılarını gözetmeyi bilmiştir. “Kanlı Feryat” ile başlayan sansür, Suçlu, Deprem, Kibar Feyzo, Deli Kan, Adak gibi filmlerin yasaklanmasıyla ömrünün sonuna kadar sürmüştür.
1957 yılında çektiği “Gelinin Muradı” büyük övgü alır. 1958’de tanıştığı bir genç adamın hayatını değiştirir. Bu gence “Bu vatanın çocukları” filminde önemli bir rol verir. Filmin senaryosunda da Atıf Yılmaz ile beraber çalışan bu genç yönetmen asistanlığı da yapar. Yönetmenin açtığı bu okulun yağız öğrencisi ile Yılmaz Güney’den başkası değildir! Güney; yazdığı bir yazıdan dolayı hapse girince, beraberlikleri sekteye uğrar. Fakat Güney belki de Yılmaz’dan aldığı cesaret ile Türk sinemasının toplumcu gerçekçi kategorisine damga vuracak birçok işe imza atacaktır.
Birçokları tarafından Atıf Yılmaz’ın en iyi filmi olarak adlandırılan “Selvi Boylum Al Yazmalım” Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov’un romanından esinlenerek yazılmıştır. Yönetmenin kendi şirketinin 1960’da kurmasının ardından 1980lere kadar melodram ve komedi üzerine yoğunlaştığı söylenebilir. Bu dönemde İbo ile Güllüşah bir Chaplin uyarlaması olarak dikkat çeker. Zavallılar, Salako, Köle, Cemo, Yarın Bizimdir, Adak, Zübük gibi eserlerinde toplumsal gerçekçi dokunuşlar yapar. Fakat genel olarak egemen sinema kültüründen de tam olarak uzaklaşmaz.
80 sonrası ise artık olgunluk dönemi olarak adlandırılabilecek vizyon filmleri ile en üretken ve cesur günlerini yaşamıştır. Kadın hakları üzerine yoğunlaşan Yılmaz, Bir Yudum Sevgi, Adı Vasfiye, Aaah Belinda, Mine gibi başarılı işlere imza atar. Asiye Nasıl Kurtulur, Değirmen 80 sonrası döneminin en önemli işleri olarak tanımlanabilir. Yaşamının son eseri olan Eğreti Gelin’de yine bir toplumsal sorunu aşk ile çözüme ulaştıracaktır. Türkan Şoray, Şener Şen, Keman Sunal, Haluk Bilginer gibi büyük oyuncular ile çalışmasının yanında, yeni ve tecrübesiz oyunculara şans verebilecek kadar cesurdur. Yaşadığı sansürlerden yılmamış, aksine iğneleyici küçük parçalar ile sözünü zekice söyleyebilmeyi başarmıştır. Günümüz ana akım popüler sineması içinde çok az sayıda bulunan toplumsal kaygılı yönetmenlere ders olarak okutulması gereken bir külliyata sahiptir. 2006 yılında çok sevdiği Cihangir’in piyasa olduğunu görmeden, belki de şanslı bir şekilde bu hayata veda etmiştir.