Uzakta da yakında da olsa Tarkovksky her filmde anlatmaya çalışırken ne de güzel insanı içine çekiyor, kaybediyor ve çabalatıyor.
Bir delinin gözünden farklıda olsa bakabilmek, söylediklerinden utanıp, çabalamak, ya da çabalamamak, sürgünde bir insanın gözünden yeni bir şehrin hayatına girmek, duyguların kapalı kapılar ardından tuttuğu özlemi, pişmalıkları, kararları birçok nedenleri anlamdırırken kaybolunan bir filmdi. Bir kadının hisleri, sorgulamaları, neden en çok kadınların dua ettiğine dair o sahnedeki bu sorusu ve cevap arayışlarıda etkileciydi.
Tarkovski'nin İtalya'da çektiği filmdir. Vatan hasretini anlatan filmde yine görsel bir şölen vardır. Özellikle sürgün adamın çocukluğunu anımsadığında beliren sahne etkileyicidir. Çocukluğunda hayatına girmiş her şey kameraya doğru bakar bir ormana kurulmuş ahşap evin önünden: At, köpek, anne, dadı, kardeş...
“Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken, ben neredeyim? İşte yeni anlaşmam: Geceleri güneşli olmalı ve Ağustos da karlı. Büyük şeyler sona erer, küçük şeyler baki kalır. Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli. Sadece doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz,yanlış tarafa döndüğün noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden. Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!”
İşte yeni anlaşmam:
Geceleri güneşli olmalı ve Ağustos da karlı.
Büyük şeyler sona erer, küçük şeyler baki kalır.
Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.
Sadece doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.
Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz,yanlış tarafa döndüğün noktaya.
Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden.
Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!”