Film ile ilgili ufak spoiler içerir!!! Filmin süresi ve bazı sahnelerin gereksiz uzun olduğunu düşünüyorum ama başrol gayet iyi bi karakter çıkardığı için filmin içine girebiliyorsunuz bu tarz durağan filmler herkese hitap etmeyebilir. Ben en çok film ile ilgili iki şey sevdim 1-Yemek Sahnesi 2- Leyla’nın yemekte yazmaya başladığı şiirin Yavuz’un evinde son bulması filmde tek son bulan şey bu şiir, Yavuz’un kararının değişip değişmediği, Leyla’nın şiirlerinin kitlelere ulaşıp ulaşmadığı Canan’ın oyunculuk hevesinin onu nerelere sürüklediği tamamen hayal dünyanıza kalmış durumda filmi güzel yapan şeylerden biride bu.
Tren... istasyon... yol... yolculuk... (hem yolculuğun somut hali, hem karakterlerin gerek yolda ve gerekse yolun sonunda yaşayacakları, hissedecekleri... kendi içsel yolculukları... Campbell'in kahramanın sonsuz yolculuğundan izler... bizi de bu yolculuğa ortak edişler...) Düşündürücü, sorgulatıcı sahneler.... Dolayısıyla çok severek izledim... Filmin etkisi henüz üzerimdeyken tesadüfen Tarık Buğra'nın "Hayat Böyledir İşte" öyküsüne de denk gelince üst üste çok leziz iki tatlı yemiş gibi oldum. :)
Filmin atmosferine öyle bir kapıldım ki, o dingin karanlığın yavaş yavaş beni yuttuğunu hissettim. Bir yanım nasıl istedi uzun bir tren yolculuğunu, kenarda köşede defterime şiirler yazmayı çekti canım. Söyledikleri gibi, anlaşılmasa bile o yazdığım şiirlerimi... Hayattan alamadığım mutluluğu seyrederken, içimin nasıl da ölümünü hazırladığı o gençlik yıllarıma haksızlık yaptığını hissettim. Bir şiirle veda etmenin naifliği sardı derin bir kederle... Canım "işe yarar bir şey" yapmak istedi... Pek film yorumu gibi olmadı lakin engel de olamadım bunları yazmaya... Üzülerek sevdim bu filmi...
“Baktım rüzgârsın sen baktım çamaşır ipini zorluyorsun hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun ayağına terlik giy bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun
biz satranç oyuncusuyuz sevgilim üzerimizde kara bir leke biz satranç oyuncusuyuz inanıyoruz ceketlere düğmelere inanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe işte yitirdik bütün taşlarımızı darmadağınık oyun tahtası bir tek şahımız duruyor sevgilim, o da evli, iki çocuk babası
kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar buradan çocukluğumuza kadar bir telaş içi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz herkese küsmek için hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar
yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım kıymetini bilmediğimiz şeyler var
yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman
ama baktım sen rüzgârsın sevgilim kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun başucunda bir bardak su beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun.”
barış bıçakçı’nın naif dokunuşlarının etkisini hissettiren film. yazarla henüz tanışmamış olanlar için büyük bir fırsat ayrıca. hemen kitapları edinip bir yerden tutunun bu acı ve edebi lezzet yüklü trene. kuşetli ya da yataklı kompartımandan olmanız farketmez. hepimiz yemekli vagonda oturuyoruz zaten.
barış bıçakçı’nın sirayet ettiği herhangi bir deneyimi tadınca kısa süreli de olsa kendinizi “işe yarar bir şey” yapmış hissediyorsunuz.
“yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım kıymetini bilmediğimiz şeyler var”
Öykü Karayel'in müthiş bir performans sergilediğini düşündüğüm filmdir. Pelin Esmer festival filmlerinin aranan yıldızı malumunuz. Başak Köklükaya o durgun, gizemli ruh halinde çok güzel görünüyordu. Konusu, çekimleri, tren sahneleri hepsiyle favori Türk filmlerinde yerini aldı bile...
Oyunculuktan beslenen hayalleriyle Canan, yakın zaman önce felç geçirmiş bir adamın ölüm hemşiresi olmaya giderken trende tanıştığı şairi kargaları huzursuz etmeyeceği bir tanıklığa götürüyor; onu zaten daha önce şiirleriyle tanımış olan adamın yanına. Film enfes diyaloglar içermesinin yanısıra Selim İleri öykücülüğünü aratmayacak tasvirlerle çeyrek yüzyılca görüşülmeyen samimiyetsiz arkadaş ortamlarına da kapı aralıyor.
Dolayısıyla çok severek izledim...
Filmin etkisi henüz üzerimdeyken tesadüfen Tarık Buğra'nın "Hayat Böyledir İşte" öyküsüne de denk gelince üst üste çok leziz iki tatlı yemiş gibi oldum. :)
baktım çamaşır ipini zorluyorsun
hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
ayağına terlik giy
bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun
biz satranç oyuncusuyuz sevgilim
üzerimizde kara bir leke biz satranç oyuncusuyuz
inanıyoruz ceketlere düğmelere
inanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe
işte yitirdik bütün taşlarımızı darmadağınık oyun tahtası
bir tek şahımız duruyor sevgilim, o da evli, iki çocuk babası
kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim
uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar
buradan çocukluğumuza kadar bir telaş
içi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz
herkese küsmek için
hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar
yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım
kıymetini bilmediğimiz şeyler var
yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim
geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim
düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam
düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli
başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman
tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde
bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman
ama baktım sen rüzgârsın sevgilim
kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun
başucunda bir bardak su
beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun.”
barış bıçakçı’nın sirayet ettiği herhangi bir deneyimi tadınca kısa süreli de olsa kendinizi “işe yarar bir şey” yapmış hissediyorsunuz.
bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım
kıymetini bilmediğimiz şeyler var”
Barış Bıçakçı