Film seyir zevki olarak inanılmaz olmasa da dönemin şartlarına göre çekimleriyle gerçekten emek harcanarak gerçek patlamalarla gerçek silahlarla çekilen sahneleriyle oldukça etkileyici. Savaşın vahşetini de en açıkça gösteren anti-militarist yapımlardan birisi. Sovyet Sineması'nın en büyük yapımlarından biri 7,5/10
Elem Klimov’un, 1943 yılında Belarus’ta Naziler tarafından gerçekleştirilen vahşeti, 15 yaşındaki Florya'nın gözünden, insanlar üzerindeki psikolojik yıkımı ve izlerini anlatan bir Sovyet filmidir. "İzlediğim II. Dünya savaşı filmleri arasında en en etkileyici ve yıkıcı olan filmdi." cümlesini kurabilirim.
Filmin başında, savaşı oyun gibi gören iki çocuk görüyoruz. Birisi Florya'dır. Toprak altında kalan siperleri kazarak, buldukları mühimmatla savaşa gideceklerdir. Aslında onlara kızan yaşlı adamın cümleleri yaşanılacak kötü günlerin habercisidir. Annesi, Florya'yı göndermek istemez ama Florya'nın, o hevesi nasıl da istediğini gözlerinde görebilirsiniz. Lütfen o gözlere dikkatli bakın. Askerlerin ve gönüllerin bulunduğu kampta, sonunda Florya'da yeni gelenler arasındadır. Çömezdir... Savaşa gidileceği sırada botlarını, başka birisine vermek zorundadır. Tam takım; el bombasından, silahına, kıyafetine kadar tam teçhizatlı da olsa hevesi orada kırılır, geri de kalır.-ya da bilerekten kampta bırakılır.- O geri de kalış Florya'a, ormanın derinliklerinde ağlayan Glasha isimli genç kızla tanışmasına vesile olur. İkisi, birlikte ağlarken gülmeye başlarlar. O konuşma sırasında Glasha'nın Florya'ya, "kör ve sağır" olduğunu varoluşunu sorgulaması, korkutması aslında birazdan bombaların düşmesiyle bir sonraki olacakların ve yaşanacaklarında habercisidir. Florya ve Glasha'yı, köye geri döndüklerini görürüz. Köyde kimseler yoktur. Bir sinekler kalmıştır. Florya, annesi ve ikiz kardeşlerinin hayatta olduğunu, saklandıklarını düşünür. "Sinek küçüktür ama mide bulandırır." derler ya. İçtikleri çorba sırasında sinekler ikisine de çok şey anlatır. Florya, annesi ve kardeşlerin hâlâ hayatta olduğunu düşünse de inkâr evresindeyken, Glasha ahırın arkasında öldürülen insanları görür. O sahne, gelirsin ama görmek istemezsin etkisiyle bağrına oturuverir...Bataklık sahnesi, bir dönüm noktasıdır. Beni en çok etkileyen sahnelerden de birisidir. Savaş, göründüğü gibi değildir. İçine çektikçe çeker, kurtulmak senin elinde gibi görünse de ipin ucunu çoktan kaybetmiş, hiçbir şey eski gibi değil ve su bulanmış, çamur olmuştur. Film ilerledikçe, geriye kalan insanların hayatta kalma mücadelesi, yolda kaybedilenleri, Nazi'ler tarafından ahıra sıkıştırılıp yakılan, silahlarla taranan insanları görürüz. Ezilenlerin gözünde o korkuyu dehşeti görürken, güçlü olan tarafın rahatlığını, midesizliğini, kahkahalarını dehşete düşerek izleriz. Florya'ya başına silah dayandığı o an, olanları izlemek zorunda kaldığı o gözleri, korkusu çok şey anlatır. 15 yaşındaki bir çocuğun düştüğü dehşetin içinde gözlerinin ferinin nasıl söndüğünü görürüz. En sonunda hiç ateş etmediği tüfeğini, Hitler'in fotoğrafına doğrultur ve ilk kez ateş eder. Ateş ettikçe her şey geriye sarar, zamanı geriye sarsam da her şeyi telafi etsem, bunları hiç yaşamamış olsak deriz ya, bebek Hitler ve annesini gördüğünde ateş etmeyi bırakır. Ne de olsa insan, insandır.
Sindirilmesi epey zorlu ve özel bir film. Tarihe düşen notlara, rakamlara ve yaşanan olayların sıralamasını okurken öğrenmek kolay olsada, filmde izletilenleri yaşamak hiç kolay bir şey değil. Bir taraf kazanıyor gibi görünse de önce kadınlar ve çocuklar, erkekler kısacası insanlar hep kaybediyor.
II. Dünya Savaşı üzerine izlediğim en sert filmlerden birisi. Yine Nazi vahşetine tanık olacağımız, gözleri ve yürekleri parçalayan bir yapım. Sanatsal ama bir o kadar da gerçekçi anlatımıyla uzun süre akıllardan çıkmayacağı da kesin.
Dehşet. Apocalypse Now’da derin bir sesle tekrarlar Albay Kurtz Dehşet’i, olağan bir sürece verilen tepkiden ziyade doğallaştırılmış sayıklamalar halinde duyarız dehşeti Albay Kurtz’ün gözlerinden Vietnam dehlizlerinde. Come and See ise vahşetin savaş naralarıyla kahkahalara karıştığı tüm bir yok ediş süresi boyunca ‘’görüp’’ onunla titreyebileceğiniz fakat buna rağmen kimsenin size mırıldanmadığı yalnızca gösterdiği bir dehşetin içerisinde hapsolmuşçasına ona maruz kalacağınız bir film. Yapılan çoğu savaş filminden farklı olarak Come and See, bunca tahribatın yalnızca insanı etkilemediğini bilhassa doğaya ve hayvanlara verdiği zararı da göz önünde tutmamız gerektiğini anlatıyor bir leyleğin farkedilmeden paramparça edilen yumurtalarını ararken yağmur altında tir tir titremesiyle, bir ineğin süt dolu memelerinin kurşunlanmasıyla, arabaya bağlı bir atın bomba sesleriyle irkilip kaçamamasıyla ve ağaçların birer kurşun askermişçesine teker teker devrilmesiyle gösteriyor tüm kaçınılmazlığıyla dehşeti doğa ile birlikte her canlının üzerinde. Savaşın erilliğinin, bir kadının bacak arasından akıtılan kanla gözler önüne serilişi sessiz ama kuvvetli, ağır bir çığlık. Unutulamayacak detaylar ardı arkasına sıralanıyor filmde, iki farklı Alman askeri tablosu çiziyor film örneğin, gelip görmesini istediği izleyicisine: bunu bir ‘’jus in bellum’’ durumuyla açıklamaya girişen ve daha az önce ölüm emirlerini verdiği Rus gençleri göstererek ve kaypak bir sırıtışla ‘’sizin gibi iki torunum var, Almanya’ya dönünce her şeyi bırakacağım’’ diyen bir komutanla, kendi içerisinde ‘’idealist’’ olarak tanımlanabilecek, ‘’ülküsüne vurgun’’ bir SS subayı, tutsak edildikleri esnada yapılan açıklamalara verdiği cevapla diğer komutana köpek ve domuz diyerek hakaret edecek, o esnada dahi; ölüm burnunun ucundayken vazgeçmiyor ideasından; çünkü ona göre ‘’Bazı ırklar var olmayı hak etmiyor’’ Painted Bird’ü izleyenler anımsayacaktır, film bir çocuğun gözüyle başlar Avrupa’nın tüm acımasızlığını alelade gördüğümüz savaş süreci içerisinde ve bir yetişkin gözleriyle veda eder bize, artık ne çocuk ne insan kalmıştır çünkü sahnede. Come and See’deki baş karakterin de bu değişimine tanık oluruz, artık çocuksu düşler yoktur Floria Gaishun için, savaş yetişkinlerin silahlarıyla katıldığı bir gerçekliktir ve Floria, artık yetişkin bir erkektir. Come and See’de abartılmış ve altı defalarca çizilmiş herhangi bir sahneye rastlayamazsınız, Hannah Arendt’in de vurguladığı gibi Kötülüğün Sıradanlığı resmedilir tüm bir film boyunca, kötülük ‘’edimi’’ ne denli sıradan olabilecekse, o denli olağandır yapılanlar, konunun takipçileri bilir Nürnberg Mahkemelerince yargılanan ‘’savaş suçlularının’’ her biri askeri hiyerarşide üst basamaklarda olanlardı, ‘’emirlere uyan’’ erler savaştan sonra hayatlarına ‘’olağan’’ bir şekilde devam edebildiler: çocuk ve torun sevdiler, bir köpeğin başını okşadılar, sütlü kahve içtiler Pazar sabahları evlerinde. Hiç kimse yoktu ki o süreçte Nazi Partisi üyesi olmasın, fakat savaştan sonra elbet ‘’anlaşıldı’’ bu şeytani Hitler’in ‘’beşer olduğu için şaşabilir Alman halkına yaptırdıkları’’ ve ‘’dönüldü’’ bu umarsız yanlıştan; özürler dilendi ve savaş tazminatı ödendi… Hiç kimse kötülüğün ne denli sıradan olabileceğini düşünmediğini dile getirdi fakat kötülük işte bu denli sıradandı.
Filmin adı gel ve gör. Gelip görmeden, yaşamadan anlayamayacağın belki sadece empati kurarak hissedebileceğin acıları izlettiriyor. Nazilerin yaşattığı zulmü anlatan her filmi izlediğimde kanım donar. Bu filmde de dondu. İnsan psikolojisini anlatan çok iyi sahnelere sahip ve bu sahneler bir sanat filmi edasıyla çekilmiş. Sanırım en çok bu yönüyle özel bir film olma başarısı gösteriyor. Süresi itibarıyla ve anlatım tarzıyla herkese hitap edemez belki ama bir sinemaseverin izlemesi gereken yapımlardan olduğunu düşünüyorum. 8/10
"İzlediğim II. Dünya savaşı filmleri arasında en en etkileyici ve yıkıcı olan filmdi." cümlesini kurabilirim.
Sindirilmesi epey zorlu ve özel bir film. Tarihe düşen notlara, rakamlara ve yaşanan olayların sıralamasını okurken öğrenmek kolay olsada, filmde izletilenleri yaşamak hiç kolay bir şey değil. Bir taraf kazanıyor gibi görünse de önce kadınlar ve çocuklar, erkekler kısacası insanlar hep kaybediyor.
Apocalypse Now’da derin bir sesle tekrarlar Albay Kurtz Dehşet’i, olağan bir sürece verilen tepkiden ziyade doğallaştırılmış sayıklamalar halinde duyarız dehşeti Albay Kurtz’ün gözlerinden Vietnam dehlizlerinde.
Come and See ise vahşetin savaş naralarıyla kahkahalara karıştığı tüm bir yok ediş süresi boyunca ‘’görüp’’ onunla titreyebileceğiniz fakat buna rağmen kimsenin size mırıldanmadığı yalnızca gösterdiği bir dehşetin içerisinde hapsolmuşçasına ona maruz kalacağınız bir film.
Yapılan çoğu savaş filminden farklı olarak Come and See, bunca tahribatın yalnızca insanı etkilemediğini bilhassa doğaya ve hayvanlara verdiği zararı da göz önünde tutmamız gerektiğini anlatıyor bir leyleğin farkedilmeden paramparça edilen yumurtalarını ararken yağmur altında tir tir titremesiyle, bir ineğin süt dolu memelerinin kurşunlanmasıyla, arabaya bağlı bir atın bomba sesleriyle irkilip kaçamamasıyla ve ağaçların birer kurşun askermişçesine teker teker devrilmesiyle gösteriyor tüm kaçınılmazlığıyla dehşeti doğa ile birlikte her canlının üzerinde.
Savaşın erilliğinin, bir kadının bacak arasından akıtılan kanla gözler önüne serilişi sessiz ama kuvvetli, ağır bir çığlık. Unutulamayacak detaylar ardı arkasına sıralanıyor filmde, iki farklı Alman askeri tablosu çiziyor film örneğin, gelip görmesini istediği izleyicisine: bunu bir ‘’jus in bellum’’ durumuyla açıklamaya girişen ve daha az önce ölüm emirlerini verdiği Rus gençleri göstererek ve kaypak bir sırıtışla ‘’sizin gibi iki torunum var, Almanya’ya dönünce her şeyi bırakacağım’’ diyen bir komutanla, kendi içerisinde ‘’idealist’’ olarak tanımlanabilecek, ‘’ülküsüne vurgun’’ bir SS subayı, tutsak edildikleri esnada yapılan açıklamalara verdiği cevapla diğer komutana köpek ve domuz diyerek hakaret edecek, o esnada dahi; ölüm burnunun ucundayken vazgeçmiyor ideasından; çünkü ona göre ‘’Bazı ırklar var olmayı hak etmiyor’’
Painted Bird’ü izleyenler anımsayacaktır, film bir çocuğun gözüyle başlar Avrupa’nın tüm acımasızlığını alelade gördüğümüz savaş süreci içerisinde ve bir yetişkin gözleriyle veda eder bize, artık ne çocuk ne insan kalmıştır çünkü sahnede. Come and See’deki baş karakterin de bu değişimine tanık oluruz, artık çocuksu düşler yoktur Floria Gaishun için, savaş yetişkinlerin silahlarıyla katıldığı bir gerçekliktir ve Floria, artık yetişkin bir erkektir.
Come and See’de abartılmış ve altı defalarca çizilmiş herhangi bir sahneye rastlayamazsınız, Hannah Arendt’in de vurguladığı gibi Kötülüğün Sıradanlığı resmedilir tüm bir film boyunca, kötülük ‘’edimi’’ ne denli sıradan olabilecekse, o denli olağandır yapılanlar, konunun takipçileri bilir Nürnberg Mahkemelerince yargılanan ‘’savaş suçlularının’’ her biri askeri hiyerarşide üst basamaklarda olanlardı, ‘’emirlere uyan’’ erler savaştan sonra hayatlarına ‘’olağan’’ bir şekilde devam edebildiler: çocuk ve torun sevdiler, bir köpeğin başını okşadılar, sütlü kahve içtiler Pazar sabahları evlerinde.
Hiç kimse yoktu ki o süreçte Nazi Partisi üyesi olmasın, fakat savaştan sonra elbet ‘’anlaşıldı’’ bu şeytani Hitler’in ‘’beşer olduğu için şaşabilir Alman halkına yaptırdıkları’’ ve ‘’dönüldü’’ bu umarsız yanlıştan; özürler dilendi ve savaş tazminatı ödendi… Hiç kimse kötülüğün ne denli sıradan olabileceğini düşünmediğini dile getirdi fakat kötülük işte bu denli sıradandı.