Bir buçuk saat düşük tempoda ilerleyen filmde ana karakter uyanıyor, işe gidiyor, amcasının küçük restoranında yemek yiyor, ikinci işine gidiyor, bakkala uğrayıp evine geçiyor, yalnızca 2 kelime konuşuyor, epey sessiz bir tip. Gholam'ın nasıl bir hayat yaşadığı seyirciye tam olarak bu şekilde geçiyor. İran'daki devrimci geçmişini unutmaya çalışıp Londra'da tek düze yaşamını sürdürürken yolda karşılaştığı bir yabancının hayatına dahil olması, diğer yandan iki hemşerisinin teklifi ile çıkmaza girerken film neyin yaşamaya değer, neyin uğruna ölmeye ve öldürmeye değer olduğuna dair varoluşsal meseleleri ele alıyor. Peki bu kadar ağır ilerleyen bir film nasıl oluyor da kendini göz kırpmadan izlettiriyor? Tabii ki birer fotoğraf karesi havası veren kamera açıları ve ekrandan nerdeyse hiç ayrılmayan muazzam Shahab Hosseini oyunculuğu, karizmatik varlığı temelde klişe bir hikayeyi ortadan kaldırmaya yetiyor.
Peki bu kadar ağır ilerleyen bir film nasıl oluyor da kendini göz kırpmadan izlettiriyor? Tabii ki birer fotoğraf karesi havası veren kamera açıları ve ekrandan nerdeyse hiç ayrılmayan muazzam Shahab Hosseini oyunculuğu, karizmatik varlığı temelde klişe bir hikayeyi ortadan kaldırmaya yetiyor.