Döşemeleri sökülmüş, çürümüş, dökülmüş bu eski malikanenin her bir yeri vampirlerle dolu. Baş vampirin yanında Bolşevik İhtilali’nin ardından sürülmüş bir Beyaz Rus uşak, bir rahibe ve beş evlat var, General Augusto Pinochet’nin beş veledi. Bu beş evlat, burada, bu köşkte çünkü babalarının bu yorucu koşuşturmacadan epey sıkıldığı ve kendisine ‘’hırsız’’ diyen nankör Şili halkına pek gücendiği ortada (çünkü askerler katil olabilirler fakat hırsız asla!). Nitekim bu sükut-u hayal içerisinde, yaşamak, General Pinochet için o kadar çekici değil, uzun ömrü, kendisine hayatı boyunca ‘’hizmette sınır tanımadığı’’ halkının nankörlüğünü görmesini sağlayan bir lanet bahşetmiş, halbuki Salvador Allende, 1973 Eylül’ünde hemen oracıkta öldürüverilmişti! İşte bu pek mahzun ölememe değil de ölmeyi arzulamamaktan sıkılma hali, Augusto Pinochet’yi, çocuklarını bir araya toplayıp ikiyüzelli senelik ömründe kimseciklerle paylaşmadığı; kimseciklere duyurmadığı mirasını, nihayet, çocuklarına ve karısına vermek üzere bir aile toplantısında bir araya getirme düşüncesine sevk eder. Çocuklar da bu sonsuz vampir yaşamından epey sıkılmış, mirasın, yani hak ettikleri onlarca paranın kendilerine bir türlü verilmemesinden bunalmışlardır. Kardeşlerden biri, artık, bu duruma karşın bir aksiyom, belki bir inisiyatif, alarak bu yolsuzluk malikanesinin olduğu işkence adasına gelmesi için muhasebeci görünümünde bir rahibe ayarlar; kadının görevi mirasın miktarının ve niteliğinin araştırılması gibi gözükmeliyken babalarının içindeki şeytanın ‘’kutsal ruh’’ aracılığıyla çıkarılmasıdır çünkü mirasla aralarındaki tek engel Pinochet’nin talihsiz sonsuz yaşamıdır dolayısıyla bu şeytan, generalin çocuklarınca ne pahasına olursa olsun defedilmelidir; şeytan onun kendisi dahi olsa.. Bu klasik aile dramı miras fonunda sessizce ilerlerken, sonsuz yaşamla mükafatlandırılan Pinochet’nin karısı Lucia’ya ölümsüzlük armağanlı bir ısırık bahşetmemesi ile çok sevgili Beyaz Rusumuz Fyodor’un aynı Pinochet tarafından vampire dönüştürülmüş olduğunu izliyoruz, Lucia’nın da, pek tabii, General’i uşakla yani Fyodor ile aldattığı bariz. Kilise’nin ise kendi adına bu yolsuzluklar ve çürümüşlükler kulesinden ‘’kendine düşen payı’’ alması için sıkıca tembihlediği rahibe ile general arasındaki yakınlaşma da burada ayyuka çıkıyor, vampir sayımız üçe yükseliyor; ve general, artık, ölmeyi arzulamaktan o kadar da emin değil.. onlarca yıl sonra yeniden, gençliğin baş döndürücü güzelliğini anımsamış ve daha yapılacak bir sürü iş var: Lahey Adalet Divanı’nı yok etmek gibi... Günün sonunda elimizde, bir Devrim’in can sıkıntısını taşıyan bir Beyaz Rus vampir, kilisenin kendinden menkul bir mülk arayışının yüzlerce yıldır vazgeçilmeyen bir tutkuyla, zorbalıkla, korkuyla şiddet ve yıkımla izlendiği, ve gene bu uğurda bir genç kadını seferber ettiği rahibe vampir, onaltıncı Louislerin ve Antoinetlerin giyotinli vedalarında duygusallaşan, Fransa’dan Latin Amerika’ya gerçekleşen ve de gerçekleşebilecek bütün devrimlerin, ayaklanmaların ve karşıgelişlerin, hatta bazen seçilmişlerin katledilmesinden ve lağvedilmesinden eşsiz bir tatmin duyan general vampir olmak üzere, üç farklı vampirimiz var: kiralık katiller, dini kurumlar ve ordu. Ne çok ölmeyen vampir! Hatırlayalım, filmde de bahsi akıllıca olmasının yanısıra altı oldukça dolu anımsatmalarla toplum belleğini rahatsız eden, unutulmaması elzem birçok suç… ‘’İktidarınca’’ sayısız faili meçhul cinayetlerin işlendiği, işkence kamplarında ıstırabın kendisinin değil, ıstırap verecek aşağılamanın bilinçte ve hayalgücünde yarattığı korkuyla bir kültürü, umudu ve insanlık onurunu yok etmeye çalışmış Augusto Pinochet’nin Şili ordusunu komando ederek ABD güdümlü darbesiyle tüm insanlık tarihinin feodal çağından günümüze sömürülmüşlüklerin kıtalarından biri Güney Amerika’nın kalbinde, Şili’de serbest seçimle iktidara gelmiş ilk Marksist devlet başkanı olan Salvador Allende’yi katlederek ülke yönetimini ele geçirmesini, hatırlayalım. Filmimizin Şilili yönetmeni Pablo Larrain’e bu noktada, bu kurgusal ve sembolik ögeler bezenmiş enfes ve enfes olduğu kadar da rahatsız edici anımsatmaları için, gene bir başka sömürülmüşlükler coğrafyası insanı olarak tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Rahatsız olmak bazen iyidir sevgili sinemasever. Hatırlayarak devam edelim: Film boyunca bir tok kadın sesi gökyüzünde süzülürcesine bizimle yürümekte.. ses sanki oldukça tanıdık ve tanık tüm gördüklerine. O ses, adı Margaret.. ne kadar aşinayız sanki değil mi bu isme de.. Sanki bu sefer bir başka coğrafyadan bu isim, bir sömürenler coğrafyasından. Margaret Thatcher aramıza Büyük Britanya’dan katılıyor, hani şu üzerinde güneşin hiç batmadığı imparatorluktan. (Meğer Margaret, Pinochet’in annesiymiş. Liberalizm böyledir, kolları ve bacakları yekpare bir bütünün parçaları gibi hareket etmeyebilir; hatta bazen aynı gövdeye sahip olduğunu bile anlamazsınız, İngiltere’de işçi hakları ve emeğin değersizleştirilmesi üzerine vücut bulur örneğin, Şili’de özelleştirmelerle veya bir halkın iradesinin yok edilmesiyle, dikkatlice dinleyin, sesin tınısı benziyor gibidir ya da adımlarının sesi; hayatınızın bir yerlerinde bir gün farkında bir çocuk olursanız siz de liberalleri görebilirsiniz..) … Vampirlerin yılları devirdiği düşünülür, başka bedenlerin yaşamlarını, ruhlarını aldıkları, ölümsüz oldukları.. tarih atlasındaki Pinochetgillerin Thatcher gibilerin, Francoların, Stalinlerin, Hitlerlerin.. belki de sebebi budur; bunca kötülük henüz karşılığını bulamamış gök kubbede işte bundan bir vampir gibi süzülür durur.
Tino Rossi, Les pecherus de perles
https://www.youtube.com/watch?v=3OP9yKvft5s
Döşemeleri sökülmüş, çürümüş, dökülmüş bu eski malikanenin her bir yeri vampirlerle dolu. Baş vampirin yanında Bolşevik İhtilali’nin ardından sürülmüş bir Beyaz Rus uşak, bir rahibe ve beş evlat var, General Augusto Pinochet’nin beş veledi. Bu beş evlat, burada, bu köşkte çünkü babalarının bu yorucu koşuşturmacadan epey sıkıldığı ve kendisine ‘’hırsız’’ diyen nankör Şili halkına pek gücendiği ortada (çünkü askerler katil olabilirler fakat hırsız asla!). Nitekim bu sükut-u hayal içerisinde, yaşamak, General Pinochet için o kadar çekici değil, uzun ömrü, kendisine hayatı boyunca ‘’hizmette sınır tanımadığı’’ halkının nankörlüğünü görmesini sağlayan bir lanet bahşetmiş, halbuki Salvador Allende, 1973 Eylül’ünde hemen oracıkta öldürüverilmişti!
İşte bu pek mahzun ölememe değil de ölmeyi arzulamamaktan sıkılma hali, Augusto Pinochet’yi, çocuklarını bir araya toplayıp ikiyüzelli senelik ömründe kimseciklerle paylaşmadığı; kimseciklere duyurmadığı mirasını, nihayet, çocuklarına ve karısına vermek üzere bir aile toplantısında bir araya getirme düşüncesine sevk eder. Çocuklar da bu sonsuz vampir yaşamından epey sıkılmış, mirasın, yani hak ettikleri onlarca paranın kendilerine bir türlü verilmemesinden bunalmışlardır. Kardeşlerden biri, artık, bu duruma karşın bir aksiyom, belki bir inisiyatif, alarak bu yolsuzluk malikanesinin olduğu işkence adasına gelmesi için muhasebeci görünümünde bir rahibe ayarlar; kadının görevi mirasın miktarının ve niteliğinin araştırılması gibi gözükmeliyken babalarının içindeki şeytanın ‘’kutsal ruh’’ aracılığıyla çıkarılmasıdır çünkü mirasla aralarındaki tek engel Pinochet’nin talihsiz sonsuz yaşamıdır dolayısıyla bu şeytan, generalin çocuklarınca ne pahasına olursa olsun defedilmelidir; şeytan onun kendisi dahi olsa..
Bu klasik aile dramı miras fonunda sessizce ilerlerken, sonsuz yaşamla mükafatlandırılan Pinochet’nin karısı Lucia’ya ölümsüzlük armağanlı bir ısırık bahşetmemesi ile çok sevgili Beyaz Rusumuz Fyodor’un aynı Pinochet tarafından vampire dönüştürülmüş olduğunu izliyoruz, Lucia’nın da, pek tabii, General’i uşakla yani Fyodor ile aldattığı bariz. Kilise’nin ise kendi adına bu yolsuzluklar ve çürümüşlükler kulesinden ‘’kendine düşen payı’’ alması için sıkıca tembihlediği rahibe ile general arasındaki yakınlaşma da burada ayyuka çıkıyor, vampir sayımız üçe yükseliyor; ve general, artık, ölmeyi arzulamaktan o kadar da emin değil.. onlarca yıl sonra yeniden, gençliğin baş döndürücü güzelliğini anımsamış ve daha yapılacak bir sürü iş var: Lahey Adalet Divanı’nı yok etmek gibi... Günün sonunda elimizde, bir Devrim’in can sıkıntısını taşıyan bir Beyaz Rus vampir, kilisenin kendinden menkul bir mülk arayışının yüzlerce yıldır vazgeçilmeyen bir tutkuyla, zorbalıkla, korkuyla şiddet ve yıkımla izlendiği, ve gene bu uğurda bir genç kadını seferber ettiği rahibe vampir, onaltıncı Louislerin ve Antoinetlerin giyotinli vedalarında duygusallaşan, Fransa’dan Latin Amerika’ya gerçekleşen ve de gerçekleşebilecek bütün devrimlerin, ayaklanmaların ve karşıgelişlerin, hatta bazen seçilmişlerin katledilmesinden ve lağvedilmesinden eşsiz bir tatmin duyan general vampir olmak üzere, üç farklı vampirimiz var: kiralık katiller, dini kurumlar ve ordu. Ne çok ölmeyen vampir!
Hatırlayalım, filmde de bahsi akıllıca olmasının yanısıra altı oldukça dolu anımsatmalarla toplum belleğini rahatsız eden, unutulmaması elzem birçok suç… ‘’İktidarınca’’ sayısız faili meçhul cinayetlerin işlendiği, işkence kamplarında ıstırabın kendisinin değil, ıstırap verecek aşağılamanın bilinçte ve hayalgücünde yarattığı korkuyla bir kültürü, umudu ve insanlık onurunu yok etmeye çalışmış Augusto Pinochet’nin Şili ordusunu komando ederek ABD güdümlü darbesiyle tüm insanlık tarihinin feodal çağından günümüze sömürülmüşlüklerin kıtalarından biri Güney Amerika’nın kalbinde, Şili’de serbest seçimle iktidara gelmiş ilk Marksist devlet başkanı olan Salvador Allende’yi katlederek ülke yönetimini ele geçirmesini, hatırlayalım. Filmimizin Şilili yönetmeni Pablo Larrain’e bu noktada, bu kurgusal ve sembolik ögeler bezenmiş enfes ve enfes olduğu kadar da rahatsız edici anımsatmaları için, gene bir başka sömürülmüşlükler coğrafyası insanı olarak tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Rahatsız olmak bazen iyidir sevgili sinemasever. Hatırlayarak devam edelim:
Film boyunca bir tok kadın sesi gökyüzünde süzülürcesine bizimle yürümekte.. ses sanki oldukça tanıdık ve tanık tüm gördüklerine. O ses, adı Margaret.. ne kadar aşinayız sanki değil mi bu isme de.. Sanki bu sefer bir başka coğrafyadan bu isim, bir sömürenler coğrafyasından. Margaret Thatcher aramıza Büyük Britanya’dan katılıyor, hani şu üzerinde güneşin hiç batmadığı imparatorluktan. (Meğer Margaret, Pinochet’in annesiymiş. Liberalizm böyledir, kolları ve bacakları yekpare bir bütünün parçaları gibi hareket etmeyebilir; hatta bazen aynı gövdeye sahip olduğunu bile anlamazsınız, İngiltere’de işçi hakları ve emeğin değersizleştirilmesi üzerine vücut bulur örneğin, Şili’de özelleştirmelerle veya bir halkın iradesinin yok edilmesiyle, dikkatlice dinleyin, sesin tınısı benziyor gibidir ya da adımlarının sesi; hayatınızın bir yerlerinde bir gün farkında bir çocuk olursanız siz de liberalleri görebilirsiniz..)
…
Vampirlerin yılları devirdiği düşünülür, başka bedenlerin yaşamlarını, ruhlarını aldıkları, ölümsüz oldukları.. tarih atlasındaki Pinochetgillerin Thatcher gibilerin, Francoların, Stalinlerin, Hitlerlerin.. belki de sebebi budur; bunca kötülük henüz karşılığını bulamamış gök kubbede işte bundan bir vampir gibi süzülür durur.
1) https://www.youtube.com/watch?v=5vX8buh32Hk
2) https://www.youtube.com/watch?v=5OtPGKQYZfo
3) https://bianet.org/yazi/latin-amerika-nin-kesik-damarlari-bir-kitanin-yagmalanmasinin-bes-yuzyili-257951
Ilayda D. C.
2024, Şubat