Ahlaki ikilemler, sorgulamalar üzerine, dolaylı yollardan anlattığı bir hikâye ile beğendiğim bir Woody Allen filmiydi. O bilindik tarzı bu filmde oturmuş ve güzel çatışma sunmuş.
Woody Allen'ın şimdiye kadar izlediğim en karamsar filmi herhalde. Suç ve Ceza teması ile varoluşun anlamsızlığını ve İncili birleştirerek üretmiş aslında. Bu kadar kısıtlı olduğunu da düşünmüyorum mutlaka bilginin, algının ya da zekanın yetmediği anlar da göreceksinizdir. Örneğin Judah adının dini bir noktaya temas ettiğini sezip Yehuda ile bir ilgisi var mıdır acaba diye sormak gerekiyor. Sormazsanız Woody Allen'ı yargılar durursunuz. Çünkü Yehuda İsa'ya ihanet edip onu gammazlayan ardından da pişman olup kafayı sıyıran bir figür. Judah'ın işlediği günah da aynı şekilde birinin ölmesine yataklık etmek. Yehuda'nın yaşadığı pişmanlık noktası ile Raskolnikov'un ki ayrılıyor burada. Judah kendisini suçtan sıyırmasını biliyor, vicdanını rahatlatıyor ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyor. Raskolnikov ise cinayeti kendi perspektifinden işleyen birisi; filmde bahsi geçen adam gidip sonunda teslim olması gerekiyor dedikleri. Çünkü suçu işleyen bunu kabul edebilir. Ama suçta kabahati olan bu durumdan kaçabilir. Woody Allen ile ilk ve son konuşmasında bunu çözümlediğini görüyoruz. Woody Allen'ın oynadığı Clifford karakteri ise ahlaklı, dürüst, idealist bir adam ve tabi ki başarısız. Hatta ve hatta Lester gibi bir pisliğin başarısı bile bu sahnede sizi izlerken çileden çıkarabilir. İnsan ne kadar iyi olursa olsun güçlülerin kazandığı bir dünya bırakmış bize tanrı. Vicdanın temiz olması Clifford'u mutlu etmeye yetmiyor ama. Film de bu andan sonra o zaman eksik kalan yanları siz tamamlayın diyor. Judah'ın eşinin adı Miriam. Meryem yani. Yehuda da Meryem'e hırs ile ilgili çıkıştıktan sonra İsa'yı ihbar ediyor zaten. Judah'ın kendini bazı değerlere (aile, iş, dostluk) adayarak ruhunu temizlemesi ve iyi hissettirmesi büyük bir çabanın, gücün ve başarının göstergesi. Bunlarla mutlu olmak, Clifford'un yeğeni ile mutluluğu gibi gibi.. Judah ile Clifford'un konuştukları sahnede. Judah ona hikayesini anlatarak aslında günah çıkartmış oluyor. Clifford da çektiği acılar yüzünden İsa konumunda. Aslında Woody Allen Yehuda'nın İsa'ya günah çıkartması sahnesini tasarlamış. Maalesef İsa ile kör adam hikayesindeki körleriz hepimiz. Filmdeki kör olan Ben karakteri de tanrıdır. Zayıflar sürekli ezilir ve güçlüler, parası olanlar başarılı olur. Tanrının gözleri kör olmalı ki bu adaletsizliğe göz yumabilsin! Judah'ın onunla konuştuğu sahne Şizofreniye dayalı bir algı yaratmamalı kimsede. Tanrı / Merhamet ilişkisi kurulmalı. Yani kendimizi tanrı konumunda görüp kendimizin kurtarıcısı olmalıyız diye bağırıyor film adeta! Woody Allen da tanrısızlık eleştirisi ile biz körlerin, ufak şeylerle mutlu olmayı bilmeyen tatminsiz, kibirli ve hırslı insanların gözlerini açarak kutsalı yok ediyor.
Biraz düşününce, aşık olduğumuz zamanlar ne garip paradokslar içine sürüklendiğimizi görebilirsiniz. Bu paradoksu oluşturan şey, aşık olduğumuz zamanlarda, çocukluğumuzda bağlandığımız bazı insanları, yeniden elde etme çabası içine girmemizdir. Ama aynı zamanda, aşık olduğumuz bu kişiden, kendisini özdeşleştirdiğimiz insanların, geçmişte yapmış oldukları hataları da tamir etmelerini bekleriz. Aşkın içindeki garip tutarsızlık da buradadır işte: Geçmişe dönme girişimi ve geçmişi bozma girişimi aynı anda..
ne garip paradokslar içine
sürüklendiğimizi görebilirsiniz.
Bu paradoksu oluşturan şey,
aşık olduğumuz zamanlarda,
çocukluğumuzda bağlandığımız
bazı insanları,
yeniden elde etme çabası içine girmemizdir.
Ama aynı zamanda,
aşık olduğumuz bu kişiden,
kendisini özdeşleştirdiğimiz insanların,
geçmişte yapmış oldukları hataları da
tamir etmelerini bekleriz.
Aşkın içindeki garip tutarsızlık da
buradadır işte:
Geçmişe dönme girişimi ve
geçmişi bozma girişimi aynı anda..