George Orwel'in 1984 adlı eserine fazlasıyla benzeyen bir distopya örneği. Bu tarz filmlere merakı olanların severek izleyeceği, sevmeyenlerin ise başlarda bir hayli sıkılabileceği bir film. Ama sadece başlarda sıkılabilirsiniz. Filmin devamında böyle bir şansınız kesinlikle olmayacak. Film ilginç ve sürükleyici bir hikayeye sahip. Yansıtılan atmosfer, bambaşka dünyalara açılan kapılar, değişik bir toplum ve yönetim sistemi, ilginç insan ilişkileri ve daha tonla şey bu filmin içerisinde. Oluşturulan evreni kavramak biraz zor. Sembolik anlatımın yoğun olarak kullanıldığı bir film. Ordan oraya sürekli bir panik ve koşuşturma halinde ilerlerken bir yandan da verilmek istenen mesajları yakalamaya çalışıyorsunuz. Bu da biraz yorucu oluyor haliyle. Mesajları kapabilirseniz bence çok ama çok etkili bir yapım olduğunu anlayacaksınız. Tüm bunların yanı sıra bünyesinde başarılı onlarca oyuncu barındıran bir yapım. Özellikle Jonathan Pryce ve Robert De Niro muhteşemdi. Tabi başrol oyuncumuz Pryce herkesten bir kaç adım önde bir performans sergilemiş. Sevdiğim bir oyuncunun gençliğine gidip böylesine başarılı bir performansını izlemek benim için ayrı bir zevkti. Filmde tanıdık bir kaç müzikle de karşılaşacaksınız. Bu türün severleri kaçırmasın. Şimdiden iyi seyirler :)
Distopik filmlerin babasıdır benim için. O kasvetli hava, umursamaz insanlar, beton duvarlar, her taraflarını saran borular... Sürekli olarak bir koşuşturmanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Böylece atmosferin sizi sarması daha da kolaylaşıyor. Bu minimalist ve futuristik dünya bi anda sizinde dünyanız oluyor. Oyuncular, özellikle Jonathan Pryce tempoyu sürekli yükseltiyor. O depresif ve amansız aşık karakteri olan Sam'e sürekli olarak empati duymaya başlıyorsunuz. Diğer yandan Robert De Niro cankurtaran misali sürekli ana kavşaklar da karşımıza çıkıyor. Müziklere gelirsek de 80's tarzını hiç değiştirmeden parçalar ve efektif sesler kullanılmış. Yani kesik ve ani yükselen sesler, hafif jazz esintileri veren ürpertici parçalar vs. Benim kişisel koleksiyonum da yeri çok ayrı olan bir yapım.Kesinlikle izleyin. Son olarak da
O tek kişilik arabadan hep benimde olmasını istemişimdir.
Filmde bende bazı noktaları biraz 1984'e benzettim. Karmaşık yapıda bir film olsa da devlet, bürokrasi işlemleri v.s insanın ruhunu öyle bir karartmış ki teknoloji had safhada geliştikçe insanın düzenini, bedenini derken ruhunuda ele geçirmiş. Görüyoruz ki insanlar robotlaşmış.
Bkz. Yanında dünya yansada, bina tepesine yıkılma üzereyken bile süpürgesiyle temizlik yapmaya devam görevli kadın.
Geleceğin tuhaf ve gereksiz derecede karmaşık, fütüristik dünyasındayız. Devlet memuru Sam Lowrey, etrafını saran bu bürokrasi ve teknoloji cenderesinden bunalmış bir istatistikçidir. Kaçışı ve sükuneti, kendisini her şeyden izole ettiği hayallerde bulur. Rüyalarında sürekli olarak aynı kadını kurtardığını görür.Sam'in yaşadığı gerçek dünyayı ise, herşeyi görüp kontrol eden bir bilgisayar idare etmektedir. Jill Layton isimli genç kadın terorist olmakla suçlandığında, düzenli olarak hata kontrolleri yapmakta olan Sam bunda bir yanlışlık olduğunu farkeder ve Jill ile tanıştığında onun rüyalarında kurtarıp durduğu kız olduğunu anlar
Ve
Not: Brazil şarkısını film bittikten sonra bir daha dinleyin. :)