1917 (2019)

1917 (2019)

Puan 8.1 / 10
Senin Puanın
Etiketler Tarih, Aksiyon, Gerçekçi
Yönetmen
Dil
İngilizce
Ülke
İngiltere
Süre
119 dakika
114
0
230
53
Özet Fragman Beğenenler
kaptankaptanim profil fotoğrafı
kaptankaptanim
Savaşanların arkadaş olmak istemesi ancak savaştıranların devletler olduğu eleştirisini postmodernist bir şekilde ele alan şahane bir filmdi. Sinematografisidir, çekim teknikleridir bunlara çok değinmeden kendi alımladığım kadarını da ben yorumlamak istiyorum izninizle. Film madalyonun dolayısıyla dünyevi şeylerin bir değeri olmadığını savunan onu teneke olarak adlandıran ve ailesine geri dönemeyeceği düşüncesini taşıyan bir asker ile madalyonun, başarının, ailenin yani dünyevi şeylerin önemli olduğunu savunan başka bir askerin bir yolculuğa çıkmasıyla başlıyor. Bu maddesel yolculuk aslında ruhsal bir yolculuğa dönüşüyor. Film savaş stresini, travma sonrası stres bozukluklarını, mucizeyi, yıkımı, kıyameti, sırat köprüsünü, cehennemi (gehenna), arafı, cenneti, ruhani yolculuğu, arınmayı ve tanrıya ibadeti metaforik olarak aktarmayı amaçlamış gibi duruyor. Yani birazdan yazacaklarımla da bu filmin okumasını yapmak mümkün. Filmi izlerken sanki 'gerçek'ten gerçeküstü bir noktaya evrildiğini hissettim. Bunu gerek yalnız kahramanın çıktığı mitolojik ögelerde, gerek de aydınlanmada karşımıza çıkan ışığa gitmenin aslında bir yanılsama olabileceği ve hakikate kolay kolay ulaşılamayacağını varoluşsal (amacı olmamak) temaları ile aktardığını söylesek yanlış olmayacaktır. Bu kadar çok akımı bir arada barındırması bu filmi şimdiye kadar izlediğim çoğu savaş filminden ayrı bir yere koymama neden oldu. Kahramanlar imkansız gibi görünen bir yolculuğa çıkıyorlar. Ölüm kesin ve ani olması belirsiz. Seyirciyi çok iyi içine çeken bir yapısı olduğu yadsınamaz. Başlarda ölüm çok normal insanlar, hayvanlar ve bitkiler ölür; tıpkı 'dünya' gibi. Ölüye kurtlar, leş kargaları, fareler musallar olur; ölüme saygı yoktur tıpkı 'bu dünyada' nefret ile büyütülen gençler gibi. Bu durumlar bize aslında ne kadar gerçekçi bir eseri dışarıdan izlediğimizi hissettiren detaylar ancak filmin arka planında aktarılan mesaj hiç de hafife alınacak türden bir mesaj değil. (Buradan sonrasında huzurunuzu kaçıracak filmden sahneler olabilir dilerseniz okumayı bırakabilirsiniz.) Çiftlik evine varana kadar geçen sohbetler birbirleri ile ilgili yeni şeyler öğrenip başka bir yaşama şekliyle aitlik duygusunu benimseyen insanların olabileceği ve bu inanca körü körüne bağlı olabileceği üzerine kurulu. Karakterler açısından varlık ve aidiyet sorunsalı burada başlıyor. Schofield kendini savaşa ait hissetmeye başlamış ve ailesine geri dönme fikri artık onu ürkütüyor. Çünkü henüz ailesiyle mi yoksa karısı ve çocukları ile mi yaşadığını bilmediğimiz Schofield kendi ölüsünün ebeveynlerine geri döneceği ya da karısını dul, çocuklarını babasız bırakma korkusunu artık benimsemiş. Blake ise ne olursa olsun ailesi, kardeşi, onuru ve gururu için yaşayan muhafazakar bir karakter. Ölüm korkusu olmayan ve öz kardeşi için ölümü bile göze alan akıldan yoksun bir karakter. Çünkü kendi devleti için de ölümü göze almış demek oluyor bu. Yani ailesi ile devleti bir tutuyor. Mitolojik bir dramatik yapının temelleri de burada atılıyor. Sanki nam, ün, şöhret, para ve onur için maceraya atılan bir Akhalı Yunan Kahramanı gibi. Her mitte olduğu gibi mitin sonundaki olgunlaşmış, bilgeleşmiş, yaşamın tüm yanlarını görmüş ve doymuş artık inzivaya çekilmeyi hak eden kahraman da Schofield. Yani aslında bu iki karakter birbirini tamamlıyor. Derken merhamet, vicdan, acıma gibi insani duygulara kapılan ve hata yapan canlıların trajik sonu ile karşılaşıyoruz. Schofield'in elini tel kesiyor ve aslında bu sahnede ölümün aniden değil yavaş yavaş acı çekerek gelebileceği gerçeği ile yüzleşen Schofield'a kan sıçramış oluyor. Schofield süt kovasından süt içtikten hemen sonra Blake'in karnından bıçaklanarak ölmesi henüz sütten kesilmiş çocukları savaşa gönderen paternalist devlet yönetimine büyük bir eleştiri. Çünkü Blake babasının oğlu. Ataerkil ve tutucu bir koddan var olmuş. Ve burada daha yeni sütten kesilmiş, yeni doğmuş bir bebeğin dünyada barınamayacağı durumunu karından bıçaklanarak gösteriyor. Aslında Blake'in yarılan karnı aynı zamanda annesinin karnı. Daha doğmamış bebeğin ölümünün sembolize edilmiş hali. Burada eli kesik olan Schofield, karnı yarık olan Blake'i tedavi etmeye çalışıyor. Ve başka bir önerme ile karşılaşıyoruz. Bir yarayla başka bir yara tedavi edilemez. Yaralı kişi, yaralanan kişiye merhem olamaz. Herkes herkesin derdini anlayacak da dünya muhteşem insancıl bir yer olacak. Bu bir hülya. 'Herkesin derdi kendine' aslında bencilden öte yaşamayan bilemez görüşüne daha uygun. Tıpkı Gılgamışta olduğu gibi arkadaşı Enkidu'nun ölümünü kabullenmeyen Schofield yeni bir maceraya çıkıyor bunu mite yeni karakterlerin girmesiyle, kurtuluş gibi gelen Deus Ex Machine'yi simgeleyen askerlerle veriyor film. Yola kamyonla devam etmek, karşılarına çıkan kütük, kamyonu acıyla ittirmek yerine güçle, iradeyle ittirmek gibi anlamlar da bir anlamda gene gemiyle yolculuk eden, karşılarına çıkan tesadüfi olaylarla baş edebilen, acı ve zaaf karşısında dehşetle titreyen ama irade ile mücadele ederek engellerini aşan Akhalı kahramanlar bir nevi. Schofield protagonist olarak diğerlerinden ayrılıyor ve tek başına kaldığında yaşadığı psikolojik ve fizyolojik durumların değişeceğine dair ipuçları veriyor eser. Aslında Schofield için bambaşka bir cehennem başlıyor. Kendinde pişmanlık duyan, onu taşların arasından çıkararak hayatını kurtaran Blake'e olan can borcunu ödeyememenin, onu kurtaramamanın pişmanlığı ile kendi kusurlu ruhunu tanıyor ve bir amacı olmaması ile yeni bir amacı olması arasında bir bağ kurarak kendine yeni bir aidiyet kuruyor. Bu noktada nehir üstündeki bir köprüden karşıya geçmeye çalışıyor burada bir denge oyunu kuruluyor bakıldığında açık bir şekilde sırat köprüsü metaforu çok baskın. Günahları tartılan Schofield'a hiçbir mermi isabet etmiyor ama gene de dengesini kaybederek ve yaşama isteği ile çatıştığını an insanın bireysel günahlarının yani kendine verdiği ödevleri yerine getirememesindeki kendini suçlu ilan etmesi durumudur. Günah olarak görünen, ahlaki olmayandır. Schofield burada köprüden geçiş aşamasında kendisine ateş açılmasıyla aslında öleceğini ve öteki dünyaya geçeceğini anlıyor. Tıpkı sırat köprüsü izdüşümündeki psikoloji gibi. Buraya gitmeyi kabul etmeyen Schofield alman askerine ateş açıyor ve üst kata çıktığında alman askerini vurduğunda iki farklı travma ile karşılaşıyor. Burada eskiden öteki dünyaya geçmiş yalnız kalmış araftaki sıkılan bir asker ile henüz buraya yeni gelmiş olan bir asker bir araya geliyor. Onu öldürdüğünde kendini karanlıkta bulan Schofield uyandığında yüzüne sular damlıyor yani aslında atmosfer değiştiği için farklı bir dünyaya geçişi gerçekleşmiş oluyor. Cehennemde kendini koştururken bulan Schofield'ın karşısına karanlık gölgeler yani kendi korkuları, iblisler, zebaniler çıkıyor ve ona bir mucize gerekiyor. Derken kendini yerin altında bir barınağa atıyor. Çok garip ki burada bir kadınla karşılaşıyor, Schofield'a 1917 yılına kadar askerde kalmış birine uzun zaman sonra ilk kez kadın eli değiyor. Derken bir de bebek çıkıyor ortaya. Şefkat, anne sütü, kadın, bebek ve adam olarak aslında baba, oğlu ve kutsal ruh üzerinden bir teslis üçlemesi ile aileyi, tamamlanmayı, aidiyeti aktarıyor. Gene ne gariptir ki buradaki kadın Meryem ana iken bebek 'erkek' isa değil. Çünkü Schofield burada bir mucize ile karşılaşmıyor. Bebeğe sütü ulaştırarak mucizeyi getiren kişi zaten kendisi. Nietzsche'nin tanrı öldü dediği tezini kanıtlar bir sahne. İşte bu postmodernizmin, post yapısalcı gücü. Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun derseniz sahneyi tekrar izleyip kadın kucağında bebeği tutarken arkadaki gölgede Meryem heykeli gibi görünüyor ve barınağın yakınında bir haç var. Schofield dışarı çıktığında gerçek kıyamet ile karşılaşıyor. Birini öldürmüş olmanın ve sevdiği birinin ölümüne tanık olmanın acısı ile kusuyor ve o artık bunu kanıksamış bir günahkar olarak bir başka aidiyetin var olabileceği gerçeği ile tanışıyor. O artık günahkarlığı kendine kodlamak zorunda kalacak olan. Bir Alman askerine silahsız saldırabilecek bir Kabil artık. Onu çıplak elleriyle öldürebilecek hünere sahip. Ancak katillerin içinde olmak onu ürkütüyor ve bu durumu kabullenmeyerek koşmaya başlıyor. Sanki labiretteymiş gibi. İçinden çıkılamayacak, kaçılamayacak bir durumu ifade eden bir sahne. İşkence, çığlık sesleri, bağrışmalar ve büyük ışık huzmeleri geride kaldığı an aslında buranın bu kıyametin bu dünyada yaşandığını seyirci biliyor ama Schofield bilmiyor. Ya da tam tersi. İşte burada diyoruz ki aslında cehennem bu dünyada yaratıldı ve bunu tanrı değil insan yaptı. Schofield kendini uzun bir uçurumdan aşağı atıyor. Bu çukur gibi görünen yer tersten bir Tantalos. Yani Yunan mitolojisindeki ölüm çukuru. Tersten olması gene filmin post yapısalcı yanına bir vurgu. Çünkü akılla kurduğumuz idea dünyamızda bir nehir hep aşağı akar ve cehennem aşağıdadır. Bu kez cehenneme giriş yada oradan çıkış aşağıda. Styx ırmağı gene yunan mitolojisinde ölülerin ruhlarının bir kayık aracılığı ile öteki dünyaya taşındığı bir yolu simgeler. Schofield bu ırmağa düşerek sürükleniyor ve sonunda bir kütüğe tutunarak yoluna devam ediyor. Vaftiz ayinlerinde insan suya daldırılır ve sudan çıktığında artık günahsız arınmış saf insandır. Schofield öteki dünyaya girerken bir günahkardı ve çıktığında bu arınma sahnesinde hala bir günahkar. Modernizmin kırılıp yerine Postmodernizmin inşa edilmesi burada da çok baskın. Karon yani kayıkçı filmde yok. Ancak Schofield'ın tutunduğu kütük bir araç yani Karon'un kayığı. Schofield ona verilen görevi gerçekleştirme yolunda ilerlerken artık silahsız, savunmasız. Savaşı, savaşmayı, ve savaştıranları reddediyor. Ve amacına daha çok tutunuyor. 2. bölüğün taarruza kalkmasını engellemek. 2. bölüğü bulduğunda gene tıpkı tanrısal bir şekilde yolunu bulan Akhalı kahramanlar gibi bunu fark edemiyor. Amacına ulaşacak kişinin araçlarını tanımamasındaki adaletsizlik olarak görülen durum gibi. Burada az önceki vaftiz edilme, su ile arınma sahnesinden sonra ilahi söyleyen askerlere rastlıyoruz. Schofield yaşadığı onca kıyametten sonra kendini cennette gibi, ruhunu dinlenmiş hissediyor. Ancak peripeti yani talihin dönüşü ile kısa süre dinlenebiliyor ve yoluna devam etmesi gerekiyor. Hiçbir şekilde general McKenzie'ye ulaşamıyor. Tıpkı zamanın, insandan daha güçlü olduğunu hep tragedyaların sonunda fark eden kahramanlar gibi. Kime koşarsa koşsun generale ulaşamıyor. Bunu defalarca kez görüyoruz. Ve sonunda bildiği yoldan kendi iradesiyle çıkıyor ölümün doğallığı arasındaki kurşun esintileri, insan iniltilerini yok sayarak var gücüyle sanki Hermes'in uçan ayakkabılarını giymiş gibi koşuyor. Haberci, Hermes, rehber gibi. Sonunda kendi özgür iradesinden daha büyük bir güçle tanışıyor. Bazı insanlar sadece savaşmak ister. Farklı bir aidiyet ile. Nefret ile. İnsan ve nefret bir arada olduğunda cehennem layıktır ancak. Ve McKenzie'nin söylediği 'Cehennemden yalnız kişi geçebilir' sözüne geliyoruz. Aynı amacı paylaşan farklı kişiler olarak aynı cehennemde yaşıyoruz. Hayatta kalmayı becerebilmek, yaşarken özen gösterebilmek, fedakar olabilmek insan olabilmek. Ama insanın tanrıyı öldürdüğü bu çağda ki henüz kuramsal olarak öldürmedi; insan tanrıdan daha güçlüdür. İnsanı olduğu kişi yapan kodlardır tezi ortaya çıkıyor. Ancak bu kodlar değiştirilebilir mi? Bu mümkün mü yoksa bunun sonu çözümsüzlük mü. Amacını yerine getiren yani görevini tamamlayan asker huzursuz. Çünkü istediği gerçekleşmedi. Sonunda Blake'in kardeşine ulaştığında başkasından aldığı görevi değil kendine verdiği ödevi gerçekleştirmesiyle huzur buluyor. Yaşam ağacının altında dinlenebilecek bilge statüsüne geliyor. Ve arkadaşına verdiği sözü yerine getirerek ailesine verdiği önemi onurlandırdığında aidiyetlerin ne denli değişebileceğini anlayarak fotoğrafları çıkarıyor. 'Senin bir karın, çocukların var mı?' sorusunun, 'Bir dulu bir madalyondan başka ne sevindirebilir?' kinayesinin cevabına ulaşıyor. Mitlerin sonundaki bedeller ödeyen kahramanın aldığı ödül, mükafat gibi tıpkı. Burada 'kız isa' imgesinin nedeni ortaya çıkıyor ayrıca. Çünkü Schofield annesinin oğlu. Babasının oğlu değil okumasını yapmak da mümkün. Blake'in dediği gibi vişne / kiraz (mitten gelir) ağacı ölüyor ama tohumları yeniden yeşeriyor. İnsan bu dünyada var olabilmek için ailesini / kendini yok etmeli ve kendini yeniden yaratmalı / inşa etmeli. İnsan kendisinin yaratıcısı olmalı ki tanrıdan beklenti durumu yok edilebilsin. Herkes kendini gerçekleştirmeli ve kendi ödevlerini kendine vererek neye sahip olduğunu ve neleri kaybedebileceğini görmeli. Post Konstrüktivizm doruklara yükselmeli, inanılmalı ve herkes kendi ruhu için bir tuğla koymalı. Cennet katına ölerek değil, kendi yükselen ruhumuzu inşa ederek ulaşmalıyız. Yoksa İkinci bölüğün ilahi dinlediği sahnede olduğu gibi ruhsuz bedenler olarak yaşamaya devam ederiz. 10 / 10
error_outline
SuaY profil fotoğrafı
SuaY
Savaş korkunç bir şey..
Kiraz ağaçları harika ve film çok sıkıcı.
Amerika da merhamet abidesi.
error_outline
tugbauzumcu profil fotoğrafı
tugbauzumcu
Savaş anında koskoca bir taburu kurtarsan da asla değerli olamayacağın savaşın en pis yönlerini gösteren, büyük olmasa da küçük bir bilgilendirme gibi.
error_outline
Ricky.McFloyd profil fotoğrafı
Ricky.McFloyd
Biraz fazla durağan geçse de güzel bir savaş macera gerilim filmi denebilir. Çekimler ışıklandırma ve final sahnesi oldukça etkileyiciydi 7,5/10
error_outline
tugberto profil fotoğrafı
tugberto
Film yürek dağlasa da çok iyi. Yine savaşın çok kötü bir şey olduğu gerçeği yüzümüze tokat gibi iniyor.
error_outline
Hamkon profil fotoğrafı
Hamkon
Savaşı iliklerime kadar hissetim. Yalnız benim gibi düşünen olursa 2-3 sahne yüzünden filmi ortalama bulur. Yani bu kadar basit hataları nasıl yapıyorlar anlamak mümkün değil. Ama savaş olmadan savaşı hissettiğim için başarılı buldum. Ayrıca konuk koyuncular efsane isimler, bizde olsa beni bu role mi layık gördünüz deyip reddederlerdi. Helal olsun valla.
error_outline
melihkaya profil fotoğrafı
melihkaya
Herkes çok beğenmiş ama ben çekim tekniğinin güzelliği dışında pek beğenmedim.
error_outline
.SimS. profil fotoğrafı
.SimS.
Görsellik açısından oldukça etkileyici, oldukça güzel bir yapımdı, yaşanmış olması da oldukça güzel, ama genel anlamda efsana ya da harika bir yapım diyemeyiz, görüntü yönetmeni harika iş çıkarmış oyunculuklar da iyi lakin genel konusu ve film dinamiği olarak çok standarttı .
error_outline
Gencetotay profil fotoğrafı
Gencetotay
görsel olarak inanılmaz beğendim bu yol hikayesini. tek plan çekimler aşırı etkileyici.

bu adamlar selam dururken avuç içlerini mi gösteriyormuş birinci dünya savaşı sırasında acaba? bize hep tam tersi öğretilir
error_outline
Geotitan profil fotoğrafı
Geotitan
9/10 olumsuz yorum görürseniz aldırış etmeyin .
error_outline
otekiben profil fotoğrafı
otekiben
savaşı görmektense yaşanılanları hissetmeyi seven bir insan olarak başarılı buldum. izleyeni olaya dahil etmeyi başarmış bence. sinematografisi de alkışlık
error_outline
eskon profil fotoğrafı
eskon
Savaş filmlerine farklı bir yorum ve bakış açısı getirmeye çalışan, kalbur üstü bir yapım 1917.
error_outline
BlaCkMyTh profil fotoğrafı
BlaCkMyTh
Minimum savaş sahnesi olan, abartılı CGI, görsel efekti olmayan, anlatmak istediğini ilk dakikasından son dakikasına kadar çok net, akıcı ve berrak bir şekilde anlatabilen, sizi, o savaşı yaşarmışcasına içine alabilen bir savaş filmi yapılabilir mi? Evet yapılır, adı da 1917 olur. Senaryonun sadeliği, çekim açılarının, geçişlerinin, sahne kesimlerinin çok başarılı oluşu ve bu sebepten dolayı izlerken 2 saatin yağ gibi akıp, bitmesi.
error_outline
Lalaith profil fotoğrafı
Lalaith
Filmin en çekici yanı kesintisiz sahneler. Ayrıca birkaç sahnede görüntü yönetmeni gerçekten harika iş çıkarmış. Benim kendimce hoşuma giden bir detay da başlangıç sahnesinde bir ağaca dayanıp oturan gözleri kapalı baş karakterin filmin sonunda tamamen başka bir mekanda ve başka duygular içinde fakat aynı pozisyonda olması idi. Ancak hikayeden çok etkilenmedim açıkçası. Bana göre Dunkirk savaşın birçok boyutunu ama en çok da çaresizliği çok daha etkileyici anlatıyor.
error_outline
SoulArt profil fotoğrafı
SoulArt
Adam kamerayı gopro gibi kullanmış. Karakterler ne yaşıyorsa yanyana gidiyor gibi. Sonuna kadar filmin içinden çıkamıyor insan. Çok başarılı buldum. Tavsiye ederim
error_outline