Farklı versiyonlarını yüz kez izlemişizdir. Çok etkileyici değil. Sonlarına kadar yetersiz gibi görünüyor tatmin olamıyorsunuz ancak son yarım saatinde filmin başlarındaki tebessüm mutluluğa dönüşüyor. Tarihi ve efsaneyi biliyorsanız eğlenme oranınız artar. Bir tek şeye takıldım. Kral Arthur'un kraliyet arması neden ejderhaydı? Kahramanlık kavramını ölümsüzleştirip, destanlaştırmak için olabilir ama tarihi bir yanlış ne yazık ki. Bir de Melvin değil Merlin yahu.
Cennetin kapısını maymuncukla açan bir hırsızın iki aşığı buluşturması üzerine kurulu bir hikaye. Sanırım üstün amacın aşkı gerçekleştirmek üzerine kurulu olduğu hikayelerden fazla beklentim olmuyor ama gene de bu filmin karakterlerini sevdim. İnsancıl hatalara düşmüş ve kendisini değiştirmek, gerçekleştirmek isteyen karakterlerin mücadelesi aşk arka planında daha da arkada kalmış. Biraz durağan ve sahneler fazla uzundu. Filmin başları ortaçağ konulu Ziyaretçiler filmi gibi başlıyor ancak sonradan First Knight'taki gereksiz romantizme bırakıyor yerini. Bazı isimler hiçbir amaca hizmet etmiyor. Mesela Goliath isimli atın bir miti desteklemesini isterdim. Ama hepsinin dışında fare lakaplı bir hırsızın ismini nasıl aldığına cevap ararken bazen bazı şeylerin gerçekten öte anlamı olabiliyor. Bu anlamda da fantastik bir film olduğunu söylemek isterim. Fare'nin yem, şahinin izleyici ve kurdun kibri, ilkelliği ifade ettiğini düşünebiliriz. İzlerken Shrek'in bu filmden esinlenilmiş olabileceğini düşündüm. Yani Lord Farquaad'ı psikopoz karakterinde gördüm desem siz de izlediğinizde bana hak vereceksiniz. "Gündüz başka gece başka" sloganının geliştirilmemiş versiyonu.. Bazen kendi bireysel amaçlarımızı pek çok şeyin önünde tutarız. İntikam, kıskançlık gözümüzü kör eder ve trajik hatalara sürükler ama insanın kendi peripetisini gerçekleştirmesi kendi elindedir. Bu da ancak irade ve istikrar ile olur. Yani gerçeğin kıymeti, anagnorisis yaşanınca ortaya çıkar.
Yer yer çok samimi yer yer çok mantıksız ama heyecanı ve gerilimi kusurlarını örtüyor bence. Sonuçta bir macera, yolculuk filmi. Defans sahneleri destansı. Film bittikten sonra karakterlerin gerçeklik payları var mı diye bakmak bile istedim. Kuzeyli ve Doğulu adları ile ötekileştirilmiş barbar ve arap insanlarının dostluğu işleniyor. Milli kültürlerin dil, din, gelenek açısından benzeşen ve ayrışan yönleri tartışılıyor. Yeterince eğlendim izlerken. Film birbirini tekrarlayan klişelerle sıktırmıyor aklınızda farklı düşünceler yaratarak sizi daha çok bağlıyor. Son olarak en kuvvetli savı "Bilmediği bir şeyin korkusu" sözü ile inancın nedeninin ifade edilişi idi..
merveceliktn bunu beğendi.
Nickelodeon gençlik dizileri tadında bir filmdi. Kız kardeşim bayıldı. Film bittiğinde gözlerimin içine hayran hayran bakarak ağğbiiii çok iyiydi dedi. Filmi izlerken öncesi varmış, film bittikten sonra da sanki devamı yaşanmış, çekilmiş ve yayınlanmış hissiyatı verdi çoğu zaman. John Lennon ve Yoko Ono göndermesi çok tatlıydı. Vietnam ardından Berlin Duvarı'nın yıkılması sahnesi de mücadelenin verdiği tohumu gösteriyordu bence. Bu anlamda yetişkinlere de hitap ettiğini söylemek gerek. Kendi ailelerinden ya da çevrelerinden yaşamaya fırsatları kalmamış, ilgilenilmeyen çocuklardan farklı ırklardan, sınırlardan, sınıfsal yapılardan, dünya görüşlerinden ve farklı büyütülme biçimlerinden olmalarına rağmen aile olmanın, çocuk bakmanın önemini anlatan bir ders niteliğinde..
Dünyalı, uzaylı dostluk filmi. Eğer kola'ya aşık olup da yaşamlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaçları varmış gibi göstermeselerdi. McDonalds ilahlaştırması yapmasalardı. Milyonlarca ırkın, kabilenin, türün soykırımını gerçekleştirdikten sonra Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları eşittir, kardeştir propagandasında bulunmasalardı belki sevebilirdim filmi. Yani hayatlarını mahvettikleri bir ırkı ötekileştirmeyip asimile etmek bir şey değiştirmiyor bence. Dalga mı geçiyorsunuz? İzleyebilirsiniz ancak altında yatan gerçekleri de görmezden gelmeyin.
Stand By Me tadında, My Girl tadında hatta izlerini taşıyan bir şaheser. Bir çocuk gerçeği ne kadar öğrenmek ister? Gerçekler ağırdır, çocuklar kaldıramaz. Çocuk filmi olmasına rağmen dünyanın en acımasız yanını göstermek neden? Hayatı yaşarken ölümü düşünmek gibi. Çocukların dostlukları ölümsüzdür. Ağladıktan sonra hemen gülerler. Küslükleri yaraları gibi çabuk iyileşir. İsteseler de birbirlerinin canlarını yakamazlar. Yetişkinler de çocuk olduğunu unutan bazen inkar eden kişilerdir. Ölümün bir oyun olduğunu düşünemezler. Bu yüzden ruhları dallara asılmıştır. Şeker bile yiyemeyen çocuğun öyküsü. (Nazım'a atfen)
oykukaskal bunu beğendi.
Bir komedi filmi insanı nasıl hüngür hüngür ağlatır? İzlediğim en tatlı Noel filmiydi. Hiçbir Katolik yüceltmesi yapmadı. 34. Cadde'den çok 29. Cadde tadındaydı. :) Vic Manni iki filmin de ortak oyuncusu zaten. Noel'in tüm klişeleri kullanılarak sevgi yüceltilmeli diyor aslında. Merhamet, aşk, aile bağları kavramları bazen birbiri ile çelişiyor bazen birbirini tamamlıyor. Sakat köpek için yapılan onu biz bu hale getirmedik değil mi; Amerika eleştirisi, yıkıcı bir toplumun radyasyon yayan atom bombaları ile ilgili yarattıkları etki üzerine bir göndermeydi. Amerikalı bir yönetmen olsa kolay kolay bunu göremezdik. Merlin adlı at aslında kimse Merlin'le yarışamaz, Clarice isimli polis bence Kuzuların Sessizliğindeki her şeyi çözen dedektif Clarice'in gerçek dışı bir karakter olduğunu göstermek ya da sadece gülünç etkisi yaratmak için kullanılmıştı. Alvin ve Dave isimleri Alvin and Chipmunks'un birbiri ile anlaşamayan iki karakterinden esinlenmiş kişiler olabilir. Düzen isteyen ve muzip olan gibi. Dini espriler tadındaydı. Protestan Katolik karşılaştırmalı özellikle. İsa, Dave'e acı çektirerek yansıtılmıştı ve aslında belki de dünyaya yeniden inişi olarak verilmişti ancak parmaklıkların ardından baktığı sahne düşünülünce insanın kendi iradesizliğine, zaaflarına, karanlık yanına yenik düşmesi ve kendi hapishanesinde kapalı kaldığı düşüncesini yansıtmış oldu. Gene sevginin kleptomani, mitomani ve tabi para hastalığı(mani) gibi bütün hastalıkların önüne geçebileceği düşüncesi Noel'i anlamlandıran savunmalardan biriydi. Paradise adlı kasaba zaten cennet anlamına geliyordu ki bütün insanların huzur ve uyum içinde yaşayabileceği bir hayali dünya görüşü idi bu. İnsanların kendilerini cehennemden çıkarıp cennete yolculuk etmesi "İlahi Komedya" yı anımsattı. Zaten cennet ve cehennem arasında kalma durumu gene bir Araf eleştirisi idi. Dante'ye de daha yakın tabi. Altın post ya da Prometheus mitindeki güç/ateş filmde para simgesi ile gösterildi ama gerçekte gücün bilgelik olduğu düşüncesi ile gönlümü de beynimi de cezbetti. İason ve Medea da belki de Dave ve Sera idi. Mitteki gibi postu alıp kaçmadılar belki ama aslında o bilgeliğe kavuştular ve bu ikisine ait oldu. "üç bilge adam" . Gene bir Noel beklentisi olarak mucize gerçekleşmesi durumu beklendi. Filmde en tatlı sahnelerden biri buydu bence ki o kadar klişeleşmiş mucize fikirleri gördük; onların yanında bu ilaç gibi geldi. Kesinlikle izlenmesi gerek diye düşünüyorum.
Jeunet'ten savaş eleştirisi güçlü bir film. İşe yaramaz diye tabir edilen, korkulan, aşağılanan ya da kendini gerçekleştiremediği düşünülen gece insanlarından dünyanın en sorumsuz eylemsizliğini bitiren en güçlü eylem gerçekleştiriliyor.. İzlerken hep şunları söyledim; a bu da mı oldu? Bu olmadı ama. Aaa oldu. Ee böyle değilmiş. Yook böyleymiş. İyi de o zaman? Neler oluyor? Tüyler dikeliyor. İnsan etkileniyor. Ağzınız açık kalıyor.
japonbalikcisi, Didooo bunu beğendi.
Bir komedi başyapıtı. Clue tadında. Tiyatro tadında. Olay örgüsü Shakespeare'in dolantı komedyalarına benziyor. Gözünüzü ayırmazsanız gerçekten kurgudan çok zevk alırsınız. Bir iki dakikalarla aralıksız kahkaha attım. Stallone'den de etkileyici bir performans gördüm. Bizim 7 Kocalı Hürmüz'ümüzün mizahına yakın bir mizah. Size de fazla yabancı gelmeyecektir. Dini, politik, tarihi ve güncel göndermeleri kusursuz. Şömine önünde çektiği acılardan dolayı isa postürüne bürünmesi, karakter adları çok zekice. Klasik müziği daha önce bu kadar komik düşünmemiştim. Komiği yakalamak için çok kullanışlıymış oysa. "Dünyada o kadar dolandırıcı, ahlaksız, hain varken alenen mafyalık yapmak mı suç?" savunması da mest edici. Yanındayken mutlu olduğunuz ve sık sık kahkaha anlarını paylaştığınız insanlarla izleyin eğlencenizi katlayın derim.
Eğlenceli ama saçma. Etkileyici değil ama çarpıcı. Heyecanlı ama mantık dışı. Kabından dolayı Kızılderili spirit inancı görmeyi umut ediyordum gene bir Kızılderili efsanesinden doğan bir hikayeydi gerçi. Filmin gidişatında ara ara görülen vahşi hayvanlar sanki çocukların ruhunda farklı bir hayvan totemi varmış gibi hissettirdi. Böyle gelişse etkileyici de olabilirmiş. Yalnız vahşi doğa manzaraları, görsellik tatmin etti. Ayılardan bir tanesi sahte olmasaydı daha tatlı olurdu tabi ama Warner Bros işi denilebilir kalitedeydi. Hemingway ve avcılık eleştirisi çok kuvvetliydi. "Eğer elinizde kamera olmasaydı, hayvanları öldürmeyi bu kadar şiddetle istemeyecektiniz."
Sürekli konuşmalı mı, yoksa sürekli susmalı mıyız? Yürümeli mi yoksa koşmalı mı? Hayatı yaşıyoruz elbette ama zaman zaman aklımızı kaçırmaz mıyız? Aslında her gün uçmayı denemiyor muyuz? Hayallerimizi engelleyen şeyler yok mu? Ve bu gibi durumlarda yanımızda olan dostlarımız. Dostluk nedir; sadece hayatla olan mücadelede yanımızda olan, bizi destekleyen kişi mi? Peki ya arkadaş nedir; zor durumda arkamızda duran biri mi? Hayır gerçek arkadaşlar ya da dostlar birbirlerinin gözünün içine bakıp birbirlerini durdurabilenlerdir. Tehlikeli bir durumda onun için endişelenen hatta sonu çözümsüz olsa da onu kurtarmayı deneyendir. Sembolik yönü çok güçlü savaş düşüncesi arka planda işleniyor hatta ilk göze batan bu. Ama aslında bir uçurumdan sarkıyor oluşumuz; bizi tutan ya da tutunduğumuz kişiler oluşu ve yok olduklarında hayatta nasıl var olabildiğimizle ilgili. Hep bir tehlike var. Düşmanlarımız var. En büyük düşmanımız da kendimiziz. Kendi kusurlarımız ya da zaaflarımız. Kibir, kompleks. Seksi olduğunu sandığımız ama seksist görünen yaklaşımlarımız, yönelimlerimiz. İnsan uçamaz evet ama uçurtma da insan olmadan uçamaz. Peki uçurtma insanı uçurabilir mi? Tarihte denemeleri var. Ama biz insanların uçamayacağını düşünüyoruz, inanmıyoruz. Aslında bu düşünce ve deneysellikle zaten uçmuş olmazlar mı? Ruh uçabilir oysa. İnsan ruhuna giden yol da iradeden geçer. Peki iradeli insanlar savaşı tercih eder mi? Ya da Al gibi yönetilmekten hoşlanmayan, hiyerarşik düzen karşıtı biri bu yolu seçer mi? Arkadaş onu kurtarmayı denemez mi? Oysa bir kuş için göz yaşı dökebiliyor da. İnanç... Yeşil ve mavi kullanımı çok zekice. Yeşille düzeni disiplini daha militarizmi verirken mavi ile ruh, akıl, hayal gücü, derinlik gibi anlamlar ifade ediliyor. Peki yeşil ve mavi nasıl oluşur? İkisinde de sarı yok mudur? Sarı daha tinsel bir durum ortaya çıkarır aslında var olan bilgiyle güzele, doğruya ulaşılabileceğini gösterir. Yani inananlar ya da inanmayanlar ya da baltalayanlar hep aynı renkten gelmedir. Yaradılış aynıdır. Kimisi kedi kimisi kuş olmayı seçer. Kedinin ağzındaki kuş da aslında mucizedir. Kurtulmayı beklemek gibi. Peki kurtuluş gerçekleştiğinde daha büyük bir mucize belirmiş olmaz mı? Dostların birbirlerini her anlamda algılamaya, anlamaya, anlamlandırmaya başlaması bu mucizenin başlangıcıdır. Belki de sadece değer verdiğimiz insanlarla konuşmalıyız. Düşüncelerimizi görebilen ve bizi anlayan insanlarla. Bizi yönetmek istemeyen, düşünce aşılamayan. Tehlikeyi ve güveni kendimiz de bulabiliriz. Eğitilmeye, gösterilmeye, itilmeye ihtiyacımız var mı? Bunu başarabildiğimizde aslında konuşan ama duyamadığımız insanların seslerini duymaya başlarız. Bu da uçmaktır zaten ve o uçurumdan sarkarken tutunduğumuz varlık (artık her neyse) yok olduğunda ya uçacağız ya düşeceğiz elbet ama zaten düşsek de bir süreliğine uçmuş olmayacak mıyız?