Maalesef kötü bir film. Bir kere Türkçe adına aldanmayın ortada sihir falan yok tamamen zanaat işi. Hipnotizma öğreten bir kitap ve bunun yol açtığı dönüşüm, pişmanlık, yüzleşme ve kabullenme durumları silsilesi.. İyi başladı, iyi gelişti ama yarım saat sonra giren müzikle tam bir Disney Channel dizisine döndü. Dramatik yapısı, gizli saklı bir kurgusu ve dramatik çatışması iyi tasarlanmış ancak adaptasyonda sıkıntıları var. Komik olmayan anların komik gibi gösterilmeye çalışması gülünç duruma düşürüyor sahneyi. E böyle birden fazla olan sahneler bir araya gelince de film gülünç oluyor hali ile. Dominic Monaghan olmasaydı hayatta izlemeye devam edemezdim.
Filme başlamadan önce maceraya hazırım demiştim gerçekten kendimi bir maceranın içinde buldum. İlk filme göre biraz yetersiz kalsa da kurduğu hikaye ile bu durumu arka plana atmayı başarmış. Devamlılık sağlamış ve ilk filme kaldığı yerden devam etmiş. Yeni karakterler seriye can katmış mı bilemem belki de daha çok rol çalmış. Komedisi tam çıkmamış hatta yaşanan durumların yarattığı doğal komedi klişe hatta alelade abartılı komikliklerle yer değiştirmiş. İlk filmdeki duygusal bağın yerini aşk almış ve romantik yanı artmış. Denge tam kurulamamış. O muazzam filmin devamı olduğu için ve risk alarak yeni arayışlara girildiği için sevdim filmi. Tabi İngiliz kültürünü aşağılayan, okullarındaki disiplini sıra dışı gösteren sahnelerin çıktığı Amerikan kafa yapısını görmezden gelemiyorum. İyi işlenememiş ama kötü de değil arada kaldım.
Muazzamdı.. Kız babası olmanın hayalini kuran ama bunu gerçekleştirirsem bir yandan hayatımın da biteceğini düşünen biri olarak izledim. Filmdeki her durumu benimsedim. Peter, Jack ve Michael'ın düşünceleri ile bütünleştim. İstemeden de olsa bebeğe ben de bağlandım. Hemen ikincisine geçeceğim tabi ki çünkü Marry'siz yapamıyorum şuan. Bebek ağlamalarına duyarlı bir kediyle birlikte izledim ve bir yandan da hayranlıkla onu izledim. İkinci filmde genç bir hanımın sorunları ile belki düşüncem gene değişecek ama yeni bir maceraya hazırım. Mutlaka izleyiniz. Sorumluluk aldırmayı başaran ve sevdiren film..
Her şeyin ötesinde felsefi yanı ile etkilemeyi başardı beni. Geçmişini kabullenmeyen insanlar geleceğe cesaretle Bakamaz. Aidiyet hissedemez. Yenilikçi olamaz. Hep tutucu, gelenekçi melon şapkalı biri olarak kalır. Zaman yolculuğu kavramı bağlamında ne kadar ilerde olursak olalım, geçmiş hep yaşanmıştır. Bunu anlatmak için kurgusal bir karakter seçilmesi oldukça hoşuma gitti. Belki de filmin çerezlik olarak görülmesinin nedeni bu gerçekte saklıdır. Sıradanı o kadar benimsedik ki benim de zaman makinesi dendiğinde ilk aklıma bin bir çeşit dönem geldi Orta Çağ, İlk Çağ, Rönesans, Fransız İhtilali, Dünya Savaşları vb. Film hem bu alışılmışlığı yıkıyor hem de yüzleşme anlamında öyle derin anlar yaşatıyor ki kendi melon şapkanızı fırlattırıyor.
merveceliktn bunu beğendi.
Çok tatlı bir filmdi. Macaulay Culkin'in izleyemediğim Nutcracker'ı kaldı sanırım bir tek. Oyunculuğu konusunda bir değişim olmasa da kendini izlettiriyor. Filmde saçma durumlar güldürür düşüncesi ile yaratılmış çok fazla saçma sahne var; tabi biraz çocuk biraz aile filmi kategorisinde değerlendirmek lazım. Mantığa takılmamak ve eğlenmeye çalışmak gerek yoksa eziyet çekiyor düşüncesi ile keyif alamazsınız. Kanadalı komedi oyuncusu Saul Rubinek'in ve burada ismi yazılmamış olsa da Laurel ve Hardy serisinde Hardy'i oynayan üstat Gailard Sartain'ın emeği çok büyük. Ted Danson ideal olmayan baba ile karşıt kahraman durumunu materyalist bir düşünce ile gösteriyor onun karşısına ise idealist çocuğu koyarak hikayenin içinde iki görüşü de değerlendirmenizi sağlıyor film. Damarlarda hissedilecek yüksek dozda bir aile etkisi yaşatıyor.
Öyle bir sevmişim ki. Evrensel sorunlara değinmesi yanı sıra. Duyarlılığı ötesinde detayları ile etkiliyor. Köpek isimleri ile tarihsel, kültürel ve sosyolojik semboller ve eleştirilerde bulunması muazzam bir zekanın göstergesi. Örneğin Jüpiter'le başlaması bir ritüel bir efsane ile bağdaşacağını hissettirdi. Oracle adı ile geleceği görebilen Jüpiter'in sadık yardımcısı Merkür'ü (yunan mitlerinde Zeus ve Hermes olarak geçerler) görüyoruz. Nutmeg'in sonradan ikilinin yanında görünmesi ile Venüs/Afrodit'e bir atıf olduğunu sezinlemek mümkün. Aşk yaşanma detayı, cinselliğe duyulan haz da bunların göstergesi. Bir köpeğin adı Jüpiter olamaz mı neden bir anlam arıyorsun diyenlere de şunu söyleyebilirim. Kahramanlarımızın ilk durakları olan üzerinde denizaltı bulunan dağ post modern bir Nuh tufanıdır. Bunun bir efsane ya da mucize olduğuna inananlar vardır. Aynı zamanda bu tufan Gılgamış gibi mitoslarda Ziusudra ,Utnapiştim, Deukalion diye geçer. Gene bir mitos eleştirisi. Mitlerdeki Nuh, ölümsüzlük veren bir ot yer, filmde Olympos'ta içtikleri sarı sıvı Ambrosia adı verilen tanrıların içtiği bir nektardır. Kehanet, güç, gençlik, mutluluk, enerji ve en önemlisi olan yara almama gibi etkileri vardır. Bu da bahsettiğim ölümsüzlük otuna bir göndermedir. Oracle adı ile aynı zamanda kehaneti konuşturan yani kahin benzetmesi yapılmıştır. Yunan mitolojisinde Delphi kahinleri olarak karşımıza çıkarlar hatta en ünlü isim Teiresias'tır. Gelelim beş köpeğe. Boss, Duke, Rex, King bu dördünü Chief'ten ayırmamın nedeni liderlik ve dünyayı paylaşamama benzetmesi aslında. Boss, Amerikan lise spor takımlarındaki zorbaları, Duke, demokrat burjuva düzenini, King monarşistlerin kutsallığını ve Rex de Tyrannosaurus Rex yani T.Rex adı ile büyüklük, güç gibi olguları simgeliyor. Chief ise sokak köpeği statüsü ile bu sınıfsal yapıların en altını simgeliyor. Lideri işçi sınıfı olarak yüceltiyor. Dikkat ederseniz Şef hiçbirine söz geçiremiyor. Hep ev hayvanı olmakla övünen, sözde evcil olan nazikler. Masum ve insancıl görünüşlerinin ardında gene bir burjuva demokrasisi fikri yatmakta. Politik bağlamda düşünürsek oya katılmaları ve hep kendi dediklerini sokak köpeğine yaptırmaları kapitalist bir düzeni ifade ediyor. Teleferikte dikkat ederseniz sadece çocuk ve Şef aynı yöne bakıyor diğerlerinden ayrılıyor. Diğerleri sanki haşhaş çekmiş, lüksün ve şaşanın peşinden gitmiş gibi renkli, tehlikeli bir tünele giriyorlar. Oy hakkı istedikleri sırada susturuluyorlar. Daha sonra çocuk, masumiyeti ile şefi yıkıyor. İşçi sınıfı temize çıkıyor. Hep ısırmaktan yana. Vahşi olmayı itaat etmemeyi bir duruş olarak benimsemiş. Nutmeg daha sonra Şef'e zaten uslu duranları sevmem dediğinde Venüs / Afrodit düşüncesi değişiyor. İşçiden yana olduğu anlaşılıyor. Demek ki Demeter. Spots'un iyilik meleği olmasıi her koşulda yardıma hazır olması, gözünü kurban vermesi bunlar da hep ritüelistik ve mitlere dayalı şeyler. Öte yanda metropol'de neler oluyor? Kobayashi bir diktatör ama tüm diktatörler gibi bir kukla. Arkasında general, mafya, endüstri ve bürokrasi var. Filmde komplo teorisi içinde sırası ile War Criminal(savaş suçlusu), Paid Assassin(Paralı Suikastçı), Robotics Profiteer(Robot İmalatı ile vurgunculuk, fırsatçılık) ve Health Code Violator(Sağlık Kodu İhlali) hepsinin kediye bir düşkünlüğü var. Gene antik çağlardaki şeytanlık, kötülüğe tapınma ifadesi. Arkalarında kim var Binbaşı ama gizli bir kimlikte. Tarihin kendisi aslında. Müzikleri düşünecek olursak fütüristik bir tema ile karşılaşıyoruz diyebiliriz.. Zaten robot köpeklerle, kimyasal giysi giymiş yakalayıcılar, teknoloji ve makineleşmeyi sunuyordu. İnsanlığın en iyi dostu ile örgütlenmesi de teknolojinin karşısına insanlığın çıkarılmasıydı. Dövüş sahnelerinde bu çok barizdi. Bunu da gerçekten dövüşerek, mücadeleyi terle ifade ederek yapıyor film. Kavga olgusu ile politik duruşunu ortaya koyuyor. Filmdeki bu politik eleştiriler görmezden gelinmemeli işte o zaman film dijital bir sanat eserine dönüşüyor. Tek kelime ile kusursuz bir başyapıt. Hükümetin bir azınlığı sayısız yola başvurarak marjinalleştirmesi ve öteki ilan etmesi aslında. Megasaki / Nagasaki benzetmesi ile nükleerin yıkımını hatırlatıyor. Filmin başından beri insanın en iyi dostu kim sloganı kedi ve köpek ile sınırlandırılmayıp köpeğin içinde çeşitleniyor. İnsanın en iyi dostu insan değil. Bu nasıl bir düş kırıklığıdır, hayat gerçeğidir. Çaktırmadan dostumuz tüketim, güç, saldırganlık ya da konum da değildir diyor. 20 yıl sonrayı anlatan distopik bir dünyadan eksiksiz bir işleme ve kusursuz siyaset fantezisi.. Wes Anderson büyüksün.
Çok tatlı bir film yapmışlar. Yaratıcılık, slogan, duyar az dozda olsa da. Başta biraz amatörce bulabilirsiniz ama bunu gerçek dünyanın sıradanlığını belli etmek için yapmışlar. Fantastik olanla bir farkları olsun diye. İnsanlar çocukken inanır, büyüdükçe inançları azalır bazen de ölüme yaklaştıkça inanç artar. İnsanı bir yere kapatmak ile bir düşünceyi dayatmak aynı şey olarak değerlendirilebilir ancak bu olsa dahi birinin özgürlüğü elinden alınamaz. Kapatılmış olmak da onları suçlu yapmaz. Yetişkinler Noel'in sihrine inanmakta güçlük çekerler çünkü dünya katı bir yerdir ve kurulan hayallerin gerçekleşmemesi, imkansızın gerçekleşmesi mümkünsüzlüğünün yerini alır. Düş dünyası ise esnektir; nereye çekerseniz oraya uzar. Özgür irade bu esnekliğin ve esrikliğin içinde durdurulamaz. Bu farkındalığa erişmek için yetişkinliği, erişkinlik olarak görmek gerekir. Aklın zaferi; hakikate erişkin olmak.. O zaman en soğuk kalp bile ısınıverir. Katı dünya yumuşamaya başlar ve sonunda erir; insanın içindeki sevgiyi, ilişkilerdeki sıcaklığı görürüz. Ayrıca belirtmek isterim ki şimdiye kadar izlediğim Noel filmlerindeki en gerçekçi elflerdi.
İlk ikisi daha iyiydi. Ama kendi tarzından uzaklaşmamış olması istikrarlı duruşu anlamlı. Komik olsun isterdim. Bir tek Gremlinler göndermesi hoşuma gitti. Fazla yaratıcı bulamadım, gülemedim.
İnanılmaz iyi bir metin. Üniversitede hocam Cevat Çapan, İngiltere'de John Osborne'un oyunu ilk kez sahnelediği zamanı anlatmıştı. Konuşmasının sonunda da çok ateşli bir gençti ama faşist herifin teki oldu çıktı diye eklemişti. Ve öfke oyununu konservatuvara girerken de seçmiş olmama anlam verememişti. Çok sevilmeyen bir metin olduğunu vurgulamıştı. Bu yoruma fazla katılmıyorum. Öfke, kavgacı gençlerin oluşumunu anlatan kusursuz bir edebiyat. Savaş sonrası İngiliz tiyatrosu. Jimmy on yaşındayken babası hiç alakası yokken İngiltere'den kalkıp İspanya'ya iç savaşa katılmaya gidiyor ve döndüğünde de yaralarından dolayı ölüyor. Küçücük bir çocuğun öfkeyi herkesten erken öğrenmiş olması buradaki acı durum. On yaşındayken sevgiyi de öfkeyi de öğrenip hayata doymuş hissetmek. Engelleri küçümsemeyi bilmek, İki üniversite bitirmek, inancı kalmamak, dinlere anlam verememek de bunun getirisi. Helena karakteri isminden anlaşılacağı üzre olayların sarmala gireceğini önceden hissettirir. Bkz.Truva'lı Helen. Jimmy ve Cliff fikir ayrılıklarını, örgütlenmeyi sunarken Alison ile Jimmy'nin ilişkisi anlaşmazlıkları, kadın erkek arasındaki eşitsizliği sincap ve ayı takma adları ile anlatır. Muazzam bir metindir. Kenneth Branagh'ın sinemaya ilk girdiği yıllar. Değerli bir film. Ah Jimmy Porter, keşke hayat çocukların yüzüne gülse. Bu noktada gerçekçi düşünüp çocukları dünyanın gerçekleri ile karşılaştırmalıyız çünkü sonra kabullenme, yüzleşme başlarına çok iş açılıyor. "Seni alıp kiliseye götürüyor ve sen çıtını bile çıkarmıyorsun" Kibir bazen diğer insanları düşünmektir.
Kusursuz bir film yapmış kitapsızlar. Bak kitapsız dedim ironik oldu hay allah. Neyse yorumu daha da acayipleştirmeden mevzuya girelim. Noel dendiğinde akla birkaç belli kelime gelir. Noel ruhu, inanç, aziz Nicholas, melek, kar, cin vb. Bu kez hepsini çok yaratıcı fikirlerle uyumlandırılmış buldum. Etkilendim. Bu sene çok çok iyi bir Noel filmi izleyemedim diye üzüldüğüm anda kurtuluşum oldu. İnancım tazelendi. Bazı bilinen şeyler zamanla sıkıcılaşıyor olsa da inanıp inanmamanın bize bırakılmış olduğu ve bu konuda özgür olabileceğimizin de altını çizmesiyle noktaladı kendini ve tabi ki hüzne boğdu. Santa Claus is back in town baby!
Çok kötü bir film. Gürültü, karmaşa kakafoninin görsel efektlerin ve estetik bir algının arkasına saklanmış hali. 2017 olması bir düşündürmüştü ama keşke izlemeseydim. Aforizması, algoritması, alegorik anlatımları olmayan film.
Filmdeki saçmalıklara gülüp durdum. Tahmin edebileceğiniz şeyler olup duruyor. Mantıksız bir koşuşturma, aşırı duygusal sahneler vesaire ama esas mesajı Noel'in kapitalizmi beslediği ve bu tehlikenin farkında olmayan insanların aslında birbirlerini düşman ilan ettikleri. Filmdeki statü çatışması postacı mesleğindeki işçi sınıfı ile zengin bir iş adamı olan daha üst sınıf arasında gerçekleşiyor. İkisinin hayali Noel uğruna birleşiyor ve ötekileştirmenin daniskasını yapıyor. Güçlü bir eleştirisi vardı ancak ilk kanı işçiye döktürüp ondan sonra bir intikam sarmalına girmesi finalde işçiye acıyıp onu mutlu etmek uğruna hayalinden vazgeçmesi falan bunlar çok ciddi ataklar. Noel baba kostümü giyen herkesi bir kara borsa çetesi olarak sunup sataşmasına hiç girmiyorum bile. Bir burjuva dramı daha.
Muazzam komik bir film. Gerçekten kusursuz kendi tarzı dışına çıkmamış belli kriterlerde kalarak üretmiş de üretmiş. Will Ferrell'ı izlerken kahkaha atmamak elde değil. Noel ruhunu da hikaye de oldukça tatlı konumlandırmışlar. Willy Wonka'ya yakın bir karakterle sihirli bir dünyaya taşıyor insanı. Fantezi ve gerçeklik iç içe olduğunda memnuniyete doyum olmuyor.