Vay sarı çıyan. Tehlikeli, ürkütücü, ölümcül, sinsi ve mide bulandırıcı. Taylan kardeşleri Azizler ile tanıdım ve hiç zaman kaybetmeden önceki filmlerini izlemek istedim. Yorumları ve eleştirileri okumak için mızmız ve sabırsız bir çocuk gibi davrandım. Filmin sanatsal değerini hiçbir güç yok edemez. Vavien merkezi çevresinde incelediğimizde. "Arıza" kavramı çok belirgin. Hayattaki bazı arızalar; kutsal aile kavramındaki arıza, ahlaki arıza, ekonomik arıza, cinsiyetçi arıza, cinsel arıza ve tabi ki ben olma arızası. Işık bir yerde açıkken diğer yerde kapatılamıyor. Buradan Celal'in ailesini bırakıp sevdiği kadını görmeye gittiğinde aile kavramını yok edemediğini görüyoruz. Babalığı yok edemediğini. Kendi günahlarını / suçlarını hatırlatan en büyük etken küçük Celal, yani oğlu Mesut. Ve tabi ki gelecekte de yeni Celal. Bu arızayı gidermenin çözümü koca olma gerçeğini bitirmek. Bunun için de Medea'nın anne olmayı bitirmek için çocuklarını öldürmesi gibi bir trajik durum görüyoruz. Çünkü Celal ne kadar koca olmayı kafasında bitirse de baba olmayı bitiremeyecektir. Toplumun gözünden Celal'i göstermekle de yaşadığı baskıyı gözler önüne seriyor hikaye. Hani küçük bir taşra köyünde her şey görülür, her şey duyulur bilinir ya ondan. Ve ailesinin onu sürekli küçük düşürdüğüne inanıyor. İnsan neden toplumun düşüncesini ailesinden daha ön plana koyar ki? Elbette aileyi kutsal kılan bazı temel şeyler var. Mahremiyet, güven ve sadakat gibi. Film boyunca ellerini yıkadın mı cümlesini duyuyor olmamızda da kişi kendinden bilir işi durumu yatıyor. Hatta Sevilay bir yerde kirli çamaşırın varsa ver de yıkayayım dedikten sonra Celal, yok diye cevap veriyor. Kendi suçları kendi yükünü yaratıyor. Bunlardan kurtulmak için de başkalarına yük yaratıyor. Abisinin iyi insan olma idealini çiğniyor. Settar Tanrıöğren'i trajik olaydan sonra sürekli aynada kendine bakarken görüyoruz. Çünkü kendini sorgulamaya kendine yabancılaşmaya başlıyor. Ayna tam zıttımızdır. Bakan ve görülen farklıdır. iyi olan kötü, güzel olan çirkin, yaşayan ölüdür aynada. Ölüm demişken filmin yarattığı gerilimin ölçüsüne hayran kaldım. Hani insan kötülük yaparsa düşman edinir ya dolayısıyla kendi korkularını, kendi hayaletlerini de kendisi yaratır. Kötülük yapan paranoya yaşar. Sevgisizlik hastalıkları yaratır. Ne diyor abimiz; "çok içine atıyorsun, içine atma" Bir şakadan nem kapacak kadar agresifleşmesi de eski ruhunu kaybetmesiyle ilişkili. Çünkü İradesini kaybedebilmesi için ruhunun yok olması gerekir. Pikniğe giderken yeşil dağların üstünde bir sis görüyoruz. Bence o Celal'in ruhunu kaybetmesi anlamına geliyor. Sonradan da ekonomik arızanın insan yaşantısındaki temel ihtiyaçların kökünü oluşturduğunu görüyoruz. Sevilay'ın boşanma korkusu ile yalnızlaşması ve erilin galibiyeti, Para ve Mesut'un, babasının sevmediği komşusunun kızıyla ilişkiye girmesi onun şalterlerini açmasını sağlayan en büyük şey oluyor. Yataklarında yatarken baktığı tablodan gelen doğa sesleri, insanda ezelden beri var olan ilkel dürtüleri ortaya çıkarıyor. Kendi bölgesini koruyan kurt, düşman sürülerini püskürten ve ısıran yani şiddete baş vuran. Karısının iş ayarlayabilmesi ile onda var olan sosyolojik zekayı fark edişi ve ekonomik arızanın çözülmesi ile tüm arızalar unutulabiliyor. Paranın hayatımızı kontrol eden en büyük olgu olması da can sıkıyor hali ile. Benden bu kadar olsun. Bu film eleştirisini çok beğenerek okudum. Sizinle de paylaşmak isterim.
https://filmhafizasi.com/yolunda-gitmeyen-her-sey-vavien-2009/
MehmetYurdakul, oykukaskal liked this.
Rezalet, çok kötü. Noel filmlerini insan, Noel'i anlamlı kılmak için izler. Bu film ne amaçla çekilmiş? Bütçesi çok düşük. Ortada bir senaryo yok. Çok fazla cevaplanmamış aptalca soru var. Oyunculuklar zaten vasat. Edward Asner gibi bir adamın ne işi var böyle bir senaryoda. Ben eminim ki paraya sıkışık olmasa oynamazdı böyle bir yapımda. Metafizik olayları araştırmak bu kadar basit mi? Ne kadar çocuk filmi de olsa sihre dayalı bir şey görmeyince insan o gerçeğin içinde mantık arıyor ister istemez. Noel Baba'nın adı neden Nick değil de Rick? Neden imaj değişikliğine gidiyor? Filmin devamında buna dair hiçbir şey görmüyoruz. Kendimi topluma tanıtacağım düşüncesi de anlamsız kalıyor takma sakal ve kostüm giydiği için. Güreşle Noel'in ne alakası var? Noel mucizelerini güreşçinin soy adı olan Miracle'a yüklemekle ne amaçlanmış? Kısacası hiçbir şey anlamıyorsunuz. Bir Noel filmini kolay kolay kara listeye almam ama canıma tak etti bu film.
oykukaskal liked this.
Ahım şahım etkilenmedim. Bir Tolkien hayranı değilim belki ama beyaz perdeye uyarlanan eserlerini çok severim. Biyografi denince insan bir beklentiye giriyor bitiminde vay be ne izledim ben ya diyebilmeyi istiyor. Belki de ben arkadaşlığa duyduğum inancı yitirdim arkadaşlarımı kaybettikten sonra. Gene de müzikleri ve estetik sahne görselliği ile bir yerden yakalayabildim. Eserlerle ilgili bağlantıları deşifre etmek en zevkli kısmıydı. Tolkien'i biraz bilen birisi Nors ve Britanya mitolojisinden ne kadar etkilendiğini hatta eserlerini o olmadan olamayacağını bilir tabi bunu da filmde görmek tebessüm uyandırdı. Heyecanlanmadım, coşku duymadım sadece tebessüm duyabildim. İyi ve kötünün savaşından çok arkadaşlığın mücadelesini anlatıyormuş aslında diyor film işte biraz zorlarsak Orc ırkını ari ırk olarak bir Nazi benzetmesi ile yorumlamak mümkün ama Tolkien yaşarken bunu düşünerek yazmadığını defalarca kez söylemişti. Film bu yönüyle biraz anısına da saygısızlık ediyor gibi ama tabi bu bir kurgu gerçekle bağdaştırmak da fantezi dünyalarına, imgelemin kendine saygısızlık olur. Hayalden beslenip gerçeği yenen bir kişilikti Tolkien. Savaş ve emperyalizmi, hızlı sanayileşmenin getirdiği sosyolojik ve kapitalist sorunları, ölümü yenebilmek için sürekli düşledi ve gerçek kılabilmek için somut verilerden faydalandı. Kendi dilini üretti ve arkadaşlıklarını sonsuza kadar yaşar kıldı. Sam, Pippin ve Merry ile birlikte aynı dörtlüyü ölümsüzleştirdi. Minas Tirith savaşında farklı birliklerde savaşmaları bile Somme'a işaret ediyor. Fili ve Kili'nin de kardeşlik bağı anlamında gene arkadaşlığa vurgu yaptığını söyleyebiliriz. Savaşta ikisinin birden ölümü Geoffrey ve Robert'a atıfmış. Gandalf'ın Bilbo'ya duyduğu sevgi ve koruma içgüdüsü de gene bu dostluktan kaynaklı. Ejderha alevi savaşın yıkıcılığını tasvir etmek için çok güçlü bir gösterge. Savaşın bıraktığı kalıcı izi de morgul bıçağı ile taçlandırmış Yüzüklerin Efendisi serisinde. "O yara kolay kolay kapanmaz. Hayatı boyunca taşıyacak" Özellikle savaş esnasında Sam isimli er ile konuştuğu bölüm beni en çok etkileyen yer oldu çünkü Frodo'nun verdiği savaş boyunca Sam yanındaydı. Tolkien'in de savaştan döndükten sonra gerçek savaşı başlıyor. Christopher'ın burada etkisi büyük. Sembolik detayları üzgünüm ama Arda'yı bilmeyen anlayamaz. İlgilisine diyelim. Son olarak fantastik ögeler bence ölçülü kullanılmış. Daha fazlası ruhsal bir hastalığa kayabilirdi. Hayatının geri kalan kısmını da görmek isterdim. Çok kısa geldi. Bazı insanlar vardır keşke daha çok yaşasaydı dersiniz. Film , Tolkien'e yaşamak için fırsat vermiyor ama insanın içinde kendi kendine verdiği savaşın daha güçlü olduğunu da eklemeden geçmiyor. Güç demişken Tolkien'in hayatı boyunca yaşadığı her "halka" bir noktada buluşuyor. Hepsine hükmedecek tek bir şey, hepsini o bulacak.
Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak.
oykukaskal liked this.
İlk filmi kadar iyi değil. Biraz fazla bağışlayıcı buldum. Sen her şeyin içine et, ortalığı cehenneme çevir ondan sonra da inanç uğruna affedil. Tam çocuklara göre bu yanıyla. Ancak Doug ile ilgili olan ilk filme yapılan göndermeler doyurucu. Siyahi çocuğun oyunculuğu kötü ve bence iyi bir karakter olmamış. Bunlar dışında Türkiye ile olan bağdaşmalarını çok sevdim. Neden niye böyle bir şey yapılmış bilmiyorum ama Aziz Nicholas hikayesinin Mezopotamya'ya taşınması ve filmin adının gereğini yerine getirmesi çok hoşuma gitti. Umarım devamı gelir çünkü o günlüklerde eminim daha anlatılmaya değer onlarca hikaye var.
oykukaskal liked this.
Yalnızlık, iletişimsizlik, mahremiyet ve otomatize olmuş yaşamlar. Çok keyif alarak izledim. Bu tarz filmlerin devamını hatta ardının kesilmemesini diliyorum. Bireyin yalnızlığı merkezde. Filmdeki her karakter bir yalnızı temsil etmekte. Hatta bazen kişi kendi yalnızlığından kaçmak için başkasının yalnızlığına ekleniyor. Ve bunu gerçekten uzaklaşmayı gerçeği bitirmek değil gerçeğin de gerçeğini göstererek yapıyor. Bunu baştaki Halit Ergenç ve Bergüzar Korel sahnesiyle oldukça gösteriyor film. Gerçek hayatta da evli olan bir çifti kullanmak dahiyane umarım bu fikir geliştirilir. Filmin bir düğümü, kasveti ve çözümü var elbette. Buradan sonrası filmi izlemeyenler için tat kaçıracak detaylar barındırabilir. Kolyenin kaybolması ile Burcu'nun düğümlenmesi, yalnızlık kavramının kendisi gibi bir kasvet ve kolyenin geri gelişi ile çözülmesi. Elbette bunun zamanı önemli. Yalnızlık içinde yaşamı da ölümü de barındırıyor ama daha çok insan ölümü düşünüyor ve öleceği zamanı önceden bilmek istiyor. İşte film tam da burada böyle düşünen insanlara güzel bir cevap veriyor. Öleceğiniz zamanı biliyor olsanız bile ölüm daha önce gelebilir. Buradaki kahramanın trajik hatası yani hamartiası bilinemezi bilmeye çalışmak. Neden hamartia dedim; çünkü yer yer göze çarpan antik yunan tabloları entelektüel seyircide bu düşünceyi oluşturmayı amaçlamış. Kamuran'ın yalnızlıktan onun yarattığı acıdan ki buradaki acı yalnızlığın yarattığı ruhani acıdır; yoksa insan neden fotoğraftaki "an" ile iletişim kurmaya çalışsın. Üstüne üstük bu sadece Erbil'in derdi değil. Vildan'ın da aynı fotoğrafı duyması bireysel sorunu toplumsallaştırıyor. Bir şeyi (Ölmek) istemek yetmiyor, yetmez ve yetmeyecek. Onu elde etmek için mücadele vermek gerektiğini Öner Erkan'ın önde durduğu sahnede arkadaki Elon Musk yazısında görüyoruz ve sonuçta Erbil'in de sonu Kamuran ile aynı oluyor. Ölmeyi beklemeye dayanamayıp intihar ile dünyanın gerçeğinden kaçmak. Peki ne oluyor? Erbil kendi yalnızlığını bitirmek için kolyeyi bulmasına rağmen Aziz'e defalarca kez evine gelsin diye bulduğunu söylemiyor. Alp kariyer anlamında zirvede ama buna rağmen etrafındaki sosyal yaşam onu tatmin etmeye yetmiyor ve filmin başında Cansu'nun kavga eden ana babasını youtube'a koyup izleme rekorları kırmasının aynını Azizler klasörü ile yapıyor. Cevdet'in ekonomik yalnızlığı Aziz'i metalaştırıyor ki kadın da aynı şekilde defalarca kez. Erbil'in Aziz'e kolyenin yerini söylemesi aslında bir atıf. Yeni Erbil olmaya ne dersin Aziz? Demek gibi. Yalnızlık ile ilgili aforizmaları da Erbil'in dizelerinde görmek mümkün. Kolye'nin Burcu'ya dönmesi insanın yaşarken içinden çıkamadığı çaresiz durumlarda o anı orada bırakmak isteyişi ile ilişkileniyor. Kişi o kadar yalnızlaşıyor ki yalnızlığı tercih etmek zorunda bırakıyor kendini. Gelelim Aziz'in evinde yaşayan güruha. Elbette bir taşra sorunsalının altı çizilmek istenmiş. Denyo olan çocuk ki film boyunca eşek sudan gelinceye kadar dövmek hatta öldürmek istedim; iletişim sorununa bir örnek. Çağımız çocuklarının travmalar yüzünden yaşadığı psikolojik bozukluklar ve kendi ailesinin kültürünü benimsemesi şive kullanması bu detaylar çok büyük bir yarayı aşındırıyor. Aileler çocuk yetiştirmeyi bilmiyor. Henüz daha okul yaşı gelmemiş olan çocuğun şımartılmasından öte ailesi ile iki çift laf kuramayışı daha acınası. Ailesini domine edebilen, ailenin zaman ayırmadığı çocuk da hali ile iletişimsizliğin kurbanı oluyor. Öfke kıvrandığımız yalnızlık acısının içinde bizi en çok rahatsız eden duygu haline geliyor. Peki çocuklar hep çocuk mu kalırlar? Burada da psikoloğun söyledi "bilgelik" sorununa geliyoruz. Bu çocuk erken büyümek, erken olgunlaşmak zorunda. Varoluş sancıları yaşamak, benliğinin arayışında yitip gitmek, intihara baş vurmak... Yara açıldı. Kanıyor. E bu kadar yalnızlığın arasında insan kalabalık hissetmesin de ne yapsın? Bu kabuğu insan bi başına nasıl yaratsın?
Disney çizgi filmleri yanında halt etmiş. Ne zaman dünyaya huzur, mutluluk ve barış gelse bir şekilde içim ısınıyor. Siyah ve Kırmızı klanlar elbette cehalet ve nefretin timsali. Düşmanlıklarının da İlkel çağlara kadar gittiğini görüyoruz. Hatta en çok sevdiğim sahne o kısımdı diyebilirim. Çizimlerinin özgünlüğünü bir kenara koyuyorum; dikkat çektikleri noktalar hep düello(eskrim ve silah) topyekün savaşlar ve çatışmalar. Ortaçağ turnuvaları (atlı mızrak dövüşü) antik uygarlıklardaki gladyatör kapışmaları, antik Yunan kahraman dövüşleri. Tarih boyunca savaş ve ölümden insanoğlunun nasıl haz aldığı sorunsalı. Gene resimlerde görülen kan davaları, hanedan savaşları(Güller Savaşı,Yüzyıl Savaşları, Din Savaşları) Mahkemeler bile Salem cadı mahkemelerini andırır şekilde tasarlanmış. "Sadece oyun oynuyormuş!" örneği bunu kanıtlar niteliktedir. Tabi ki bunu cehalet ve nefret besliyor. Kötülüğün temelleri bunlarla atılıyor. Bunu durdurmak için aynı oranda mutlu ve iyi insan yaratılmalı. Film de bunu savunuyor aslında. Siz iyilik yaptıkça insanlar iyileşir. Ve savaşın olduğu yerde çare sanattır fikri de çok asilceydi. Bir resimle başladı her şey. Müzikle daha da renkli hale geldi filmin dünyası. Oyuncak tasarlamak da bir zanaatçının işidir. Yıkımın karşısına tasarı, yapım koyulmalı. Ölümün karşısına yaşam olduğu gibi. Çoğu Noel filmi Saint Nicholas - Santa Claus hikayesi ile ilişkilidir ve sihirli yanını ele alır. Sihirdir insanları etkileyen. Oysa iyiliktir aslında sihri mümkün kılan. Dünyevi bazı olayların teorilerini ispatlamak(kızak, geyik, mektup yazmak, çalışanlar ve Noel baba hakkındaki türlü efsaneler) şöyle dursun metafiziksel imkansızlıklara da ışık tutuyor. Her zaman bir sihrin varlığına inanıyorduk ama bunun nasıl olduğunu bu kadar inandırıcı açıklayan bir yapım görmemiştik. Hangimiz ruha inanmaz ki? En basitinden 60'lar ruhu, 80'ler ruhu diye bir tanımlama var. Onu da sihirli kılan dönemin insanları elbette. Geçmişin ruhları. Ben bayıldım, iyilik için göz yaşı döktüm. Bazı ürkünç bölümlerin başta çocuklara göre olmadığını düşünüp sonra da çocukların bundan korkmayacağını daha çok ilgilerini çekeceğini fark ettim. Kutup Ekspresindeki hayalet evsizin ölüm hikayesi ortaya çıktıktan sonra hem irkildim hem de etkilendim. Tim Burton yapımlarında da bu çok görülür. Ölümle bağdaşan olaylar da ürkünç görünüyor hali ile. Çünkü hayatın en büyük gerçeği ölüm ve hepimizi derinden etkileyen de o. Korkulan da huzur getireceğine inanılan da ölüm. İlk kez aşı olmak gibi.. Çocukları mutlu eden de bu. Cehalet ve nefret gibi zehirlerin ilacı da kirli bir dünyada bir güncük olsun yüz güldüren iyiliğin karşılıksız, çıkarsız gelebileceğinin göstergesidir. Çocuklar için de yetişkinler için de bu ihtimalin hep var olacağı gerçeğinin, kötülük gerçeğinin önüne geçebileceğine duyulan inançtır.
oykukaskal liked this.
Son geldi çattı. Final bölümü için iyi sonlandı diyemiyorum daha çok bir sezon finali gibi bitti. İmkan olsaydı iki üç sezon daha sürerdi. GOT da olduğu gibi her şey aceleye gelmiş ne yazık ki. Son bölüme kadar çok iyi işlenmiş ama 25 bölümde bitirilseymiş en azından vurucu bir final yapmak mümkün olabilirmiş. Erik hiç de etkileyici kullanılamamış. Yani bunca tarihi boşluğu eleştiriyorlar da bunu niye eleştirmemişler anlamak güç. Yeni dünya yolculuğunda kendisini görmek isterdim. İngiltere'de kardeşlerin bir araya son kez gelmesini ve omuz omuza çarpışmasını özellikle. Great Heathen Army tarihi bir veri ve bunu göz ardı etmekle de kalmamış spekülatif bir kurguya gitmişler. Bjorn Ironside, Halfdan Ragnarsson (Hvitserk), Ivar the Boneless ve Ubbe bu savaşta ölmeli Kral Guthrum ise vaftiz olmalıydı. Dizide Kral Guthrum diye bir karaktere bile yer verilmemiş. Eğer Hvitserk, Guthrum'un kendisi ise nasıl Konstantinapoliye gidip de Ayasofya'da bulundu? Gibi gibi tarihi saptırmalar var. Okyanus sahneleri çok uzun tutulmuş Yeni Dünya'ya daha çabuk varılıp da oradaki olaylara daha ağırlık verilebilirmiş. Tek istediğim şey İzlanda (İceland) ve Grönland (Greenland) gibi Amerika'ya da Wineland ya da Vinland adının verilmesiydi. Karaya ilk çıktıklarındaki üzüm sembolik olarak bunu çağrıştırıyordu ve daha sonra Leif Ericsonn'Un bu adı vereceğine dair bir göndermeydi. Sürprizler tatlıydı bir iki kez gözüm dolmadı değil. Yazılarım diziyi sevmediğim anlamına gelmesin bu kadar iyi bir yapımın bu kadar çabuk bitirilmesine sitem ediyorum sadece. Farklı kültürlerin tanışmasını çok anlamlı buldum. Sanırım Last Kingdom'un yeni sezonu gelene kadar bir Kızılderili yapımı bulmalıyım..
oykukaskal liked this.
Dönemde ne kadar çok Thomas adı varmış. Thomas Howard, Thomas Boleyn, Thomas Cromwell, Thomas Cranmer, Thomas Wolsey, Thomas More. Thomasların bu kadar yaygın olduğu durumunu bana gösteren film olarak yerini aldı. Eric Bana'nın kesinlikle VIII Henry'e yakışmadığını belirtmek istiyorum. Bunun dışında İngiltere tarihi için bence iyi bir kaynak. Zaten ilgisi olanlar Henry'nin altı karısı olduğunu bilir. Filmde bunların sadece üçüne değiniliyor. Catherine of Aragon, Anne Boleyn ve Jane Seymour. Kitapta ensest ilişkiye mecbur kalan kardeşlerin çocuğu doğuyor ve eciş bücüş doğuyor ama filmde hiçbir eylemde bulunmuyorlar. Filmden sonra İspanya Kralı II Philip ile evlenen Mary'nin hikayesi ile devam etmek istedim ancak buna dair bir film bulamadım. Lakin sonrası için İskoç Mary'i ve onun oğlu James'i anlatan Gunpowder, Treason and Plot (Barut İhanet ve Entrika) adlı tarihteki iki büyük barut komplosunu anlatan enfes bir film serisi var. İlgililere duyurulur.
oykukaskal, dilaysilagursoy liked this.
Noel denince ilk akla gelen Santa Clause'dur yani Noel Baba. Ve onunla ilişkili hepimizin az buçuk bilebileceği bazı kavramlar. Kırmızı kıyafet, ren geyikleri, kızak, çocuklar için paketlenmiş hediyeler, yılın sonu ve başı, oyuncak atölyesi, elfler, pamuk beyazı sakallar ve tontiş bir adam. Film tam olarak Noel Baba nereden çıktı üzerine bir teori sunuyor. Aziz Nicholas yani Saint Nicholas aslında Santa Clause. Film oldukça kısa ve sadece kavramların cevaplanmasını konu edinmiş. Eksik kalan bir iki yan var ama bunlardan önce bence stratejisine değinmeliyim. Filmde bariz bir şekilde üzmek amaçlanmış. Bunu beni mutlu eden bir sahne üstüne üç kez üst üste üzen sahne izlettiği için söylüyorum. Tamam Noel konusunda duyarlısınız anlıyorum. Aile her şeydir buna da tamam ama kurgusal olarak var olan boşluklar ne yazık ki bu işlevi çok net anlamamıza neden oluyor. Kaybolan bir adamın bir süre sonra sihirle dönmesi ne yazık ki pek tatmin edici bir son değil. Fakat sonunu boş verirsek oldukça keyifli bir anlatı sunduğunu söylemek isterim. Geçen sene yetişmemişti, bu seneye nasipmiş ne yapalım. Herkese mutlu yıllar!
oykukaskal liked this.