Eğer bir film çok beğenilirse hakkında binlerce spekülasyon çıkar. Bir o kadar da soru sorulur. Hiçbirisinin net bir cevabı yoktur, her kafadan bir ses çıkar. Bu da filmi daha da merak edilir hale getirir. Bu bahsettiğimiz çoğu Tarantino filmi için geçerli olsa da, “Rezervuar Köpekleri” (1992) onun filmleri arasında başı çekiyor. Film şu şekilde özetlenebilir; soygun filmi fakat soygun yok.
Tarantino İmzası
Rezervuar Köpekleri, alışılmışın dışında kurgulanmış. Teknik olarak tek mekanda geçiyor. Olayın tamamı, karakterlerin ağızlarından flashback’lerle gösteriliyor. Filmin konusu kısaca şu; Joe Cabot (Lawrence Tierney) bir elmas mağazası soymak için oğlunun önderliğinde bir ekip kurar. En ince ayrıntısına kadar yapılan plana rağmen işler yolunda gitmez ve mağazada polis baskınıyla karşılaşılır. Ekip içerisinde bir köstebek olduğu anlaşılır. Bu ekibin bir bölümü bir depoya sığınır ve orada tüm hesaplaşmalar başlar. Böyle bakıldığında sıradan bir soygun filminden pek de farksız görünmüyor. Ancak, işin içine Tarantino imzası girdiğinde, boyutlar değişiyor.
Efsane Açılış Sahnesi
En başta klasik Tarantino filmlerinin ilk örneği. Uzun ve derin diyaloglar, az mekan, karmaşık ilişkiler, esas aksiyonu göstermeme, filmde soygun sahnesiyle ilgili en ufak bir ayrıntı dahi görmüyoruz. Bol kan var fakat o kanın ne şekilde oluştuğu gösterilmiyor. En çok bilinen sahnelerden birisi, Mr. Blonde’un (Michael Madsen) polisin kulağını kesme sahnesi. Fakat kulağın kesilişini birebir görmüyoruz. Filmin en akılda kalıcı ve artık yine efsaneleşmiş diyebileceğimiz, açılış sahnesi. Toplamında yedi dakikadan uzun süren bir sahne. Ve sahnede sadece masa başında oturan karakterlerin sohbetinden ibaret. Tarantino işte tam burada devreye giriyor. Seyirciyi sohbetin içine çekebilmesi yeteneğiyle daha film başladığı anda o masada oturanlardan birisiymiş hissi veriliyor seyirciye.
“Like a Virgin”
Sahne önce Madonna’nın “Like a Virgin” şarkısı üzerine üretilen teorilerle başlıyor. Burada da Tarantino’nun kadınları aşağılayıcı bakış açısıyla karşılaşıyoruz. “Like a Virgin” şarkısının duygusal bir kızı değil de bir fahişeyi tanımladığından bahsediliyor. Üzerine birlikte olduğu erkeklerin penis boylarından bahsedip kadını duygudan yoksun tamamen fiziksel açıdan düşünen bir varlık olarak gösteriyor. Sahnenin devamında esas efsaneleşen bahşiş muhabbetine geliniyor. Burada da, Mr. Pink (Steve Buscemi) bahşiş vermenin mantıksız olduğunu, kadınların garsonluk yapmaktan vazgeçip başka işlere girerlerse daha çok para kazanacaklarını onun parasına muhtaç olmalarından hoşlanmadığını belirtiyor. Böylece filmin açılış sahnesinden, ne kadar anti-feminist bir bakış açısına sahip olduğunu anlayabiliyoruz.
Mr. White <3 Mr. Orange
Hollywood sinemasında maskülenliği temsil eden, Silvester Stalone veya Arnold Schwarzennegger’e karşı olarak kadınsılığı ve hoşgörüyü temsil eden Nice Guy Eddie (Chris Penn) öne çıkartılıyor. O da zayıf, babasının himayesinden çıkamamış sözünü geçiremeyen bir karakter. Tüm filmde sadece iki tane kadın görüyoruz onlar da figüran. Bir tanesi zorla arabasının içinden çıkartılıp yere fırlatılıyor ötekisi ise hunharca öldürülüyor. Tüm filmde kadının temsili; seks objesi. Sevgiden ya da aile bağlarından hiç bahsedilmiyor. Tüm karakterler yalnız ve bir o kadar da maskülen. Kadına olan aşktan ya da sevgiden asla bahsedilmiyor. Bununla birlikte karakterlerin birbirleri arasındaki duygusal bağları göz ardı edilmemiş. Örneğin, Mr. White (Harvey Keitel) ile Mr. Orange (Tim Roth) arasındaki bağ o maskülenliği geride bırakacak cinsten fakat aynı bağı kadın-erkek ilişkilerinde göremiyoruz.
Sonuç olarak Tarantino’nun ne kadar başarılı bir yönetmen olacağına dair işaret verdiği bir film Rezervuar Köpekleri. Tabii ki, filmin ve yönetmenin başarısı bazı ideolojilerini gölgede bırakmaya yetemiyor.