Persepolis 2007 yapımı bir animasyon. Marjane Satrapi’nin otobiyografik çizgi romanından filme uyarlanmış. Majane Satrapi bir röportajında, ‘Filmi gerçek bir coğrafyada, gerçek oyuncularla da çekebilirdik. Fakat o zaman ortaya bazı stereotipler çıkacaktı. Animasyon filmde yaratılan dünya gerçek dünyadan farklı olacağı için, herkesin kendisinden bir şeyler bulmasını istedik. Film bittiğinde ‘Bu ben olabilirdim’ düşüncesini oluşturmaktı amacımız’ diyor. Ki, amacına ulaşmadığını söylememiz imkansız.
Animasyon Sadece Bir Araç
Filmde şimdiki zaman renkli, geçmiş zaman ise siyah beyaz olarak gösterilmiş ve siyah beyaz görüntüler, içinde bulundukları atmosferi, o yaşanan buhranlı, depresif dönemleri çok daha açık bir şekilde bize yansıtmış. Satrapi’nin de belirttiği gibi, animasyon sadece bir araç. Karakterler, olaylar o kadar gerçek ki, ilk on dakikadan sonra ‘animasyon izliyorum’ düşüncesi ortadan kalkıyor.
Başlı başına flashback kurgusuyla hazırlanmış olan filmde, başkalarının ağzından anlatılan olaylar masalsı bir biçimde işleniyor. Sadece kuru lafla kalmıyor, o anda geçmişe dönülüp hikaye bize birebir gösteriliyor. Hikayelerle geçmiş zaman arasındaki yumuşak geometrik şekillerle oluşturulan geçişlerin mükemmelliğini de gözardı etmek mümkün değil. Filmin başladığı noktada film bitiyor. Aradaki bölüm ise Marjane’in çocukluğundan son sahneye kadar yaşanılanlar. Yani, Marjane’in tüm hayatını anlatmak yerine bilinçli bir biçimde olayları anlayıp analiz ettiği zamandan, İran’dan tamamen koptuğu zamana kadarki kesit işlenmiş. Gereksiz detayların belirtilmemiş oluşu filmi tam tadında bırakmış.
Persepolis’teki yoğun belgesel kokusu, Satrapi’nin anlatımıyla desteklenmiş. Dış ses olarak anlattığı bölümlerdeki animasyonlarda, mizah duygusu çok baskın. Karikatürize edilmiş karakterler var. Yeri geldiğinde kendisiyle çok rahat dalga geçebilen bir anlatıcıyla karşı karşıya kalıyoruz filmde. Hatta bir çok yerdeki komik ses efektleri de filmdeki mizahı destekliyor.
Her Devrimde Bir Geçiş Dönemi Olacaktır Yanılgısı
Filmin en çok tartışılan öğesi ise işlediği konusu. Politik içerik çok yüksek seviyede. İran devrimine halkın gösterdiği direniş, devletin bu duruma karşı olağanüstü sert tutumu ve arada kalanların mağduriyeti... Persepolis, dini baskının hükümet destekli olduğu takdirde bir ülkenin ne tür felaketlerle karşı karşıya gelebileceğini gözler önüne seriyor.
İlk başlarda kimsenin korkusu yok. ‘Her devrimde bir geçiş dönemi olacaktır’ düşüncesi mevcut. Fakat olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki bir anda tüm karakterler kendilerini bir islam cumhuriyetinin içerisinde buluyorlar. Marjane’in isyankar tavırları ailesini korkutuyor ve onu Avusturya’ya gönderme kararı veriliyor. Yaşadığı kültür şokunun etkisinden kurtulamayan Marjane, ülkesine geri döneme karar veriyor. Fakat baskı Marjane’e kendisini ülkesine ait hissettirmeyecek kadar yoğun. Ve sonunda tekrar ülkesini terk ediyor, temelli.
Mizahi anlatım sayesinde filmi yüzünüzde büyük bir gülümsemeyle izliyorsunuz. Fakat esas işlenen konunun ciddiyeti tüm film boyunca size hatırlatılıyor. Özellikle siren sesleri ve ailelerin çocuklarını kucaklayarak sığınaklara gidişi tüyler ürpertiyor. Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, filmin konusu tüm dikkatleri ve aynı zamanda eleştirileri üzerine çekmiş durumda. Fakat bu filmi bir tek konusu üzerinden yorumlamak filmin derinine inmemek sadece kabuğu üzerinden yorum yapmak olmuyor mu sizce de? Savaşta büyüyen bir ana karakter var ortada. Bu karakterin psikolojik evreleri ince ince işlenmiş tüm film boyunca.
Savaşta Büyüyen Çocuklar
En başta Marjanein baskın karakterli bir çocuk olduğu gösteriliyor. Lider ruhlu, küçük olmasına rağmen ailesinde söz sahibi... Hatta lider ruhlu oluşunu ileride peygamber olmak istediğini sürekli belirterek pekiştiriyor. Gelecekler ilgili toz pembe hayalleri olan aşırı derecede optimist bir çocuk profili çiziyor. Ailesinin derin siyasal düşünceleri olması, aile içi sohbetlerin de bu konuya yönelik oluşu Marjane’e küçük yaşta siyasi düşünceler oturtuyor. En başta büyüklerinden duyduklarına inanıyor her çocuk gibi... Şah’ı delirircesine desteklemesi de bunun en büyük örneği. Kararlı ve asla vazgeçmeyen özelliği de, azar yese bile sesini azaltarak da olsa savunduğu şeye aynı şekilde devam etmesiyle seyirciye gösteriliyor. Hatta çocuklarla aralarında oynadıkları oyunlarda bile Marjane lider ruhundan ödün vermiyor. Ayrıca, savaş içerisinde büyüyen çocukların oyunlarının dahi savaşa ve vahşete yönelik oluşu da trajikomik bir biçimde bize aktarılmış. Dünyanın en masum varlıklarının bu hale gelmesindeki sebepleri sorgulatıyor seyirciye.
Marjane’in dini inançları da işlenmiş. Allah ile olan konuşmaları, Müslümanlık dinindeki bağışlama unsurunun önemi de anlatılıyor. Marjane, inançları güçlü bir karakter olarak yansıtılıyor. Fakat amcasının ölümüyle dine ve Allah’a sırtını dönüyor. Zaten bu durum hikayede bir dönüm noktası oluyor. Hayat o noktadan sonra asla eskisi gibi olmuyor. Kapanma zorunluluğu herkesi isyana itiyor, baskının, yozlaşmanın insanları ne derecede dinden soğutabileceği gerçeği ile yüz yüze bırakıyor seyirciyi. Bu olayla birlikle anti-emperyalist düşünceler ortaya çıkmaya başlıyor. Yabancı albümler el altından satılıyor ve Marjane bu isyankarlık furyasına çok küçük yaşta dahil oluyor. Ortama ayak uydurup köşesine çekilmek yerine daha önceki hayatını aynı şekilde devam ettirmeye, yakalara karşı direnç göstermeye çalışıyor.
Büyükanne Damgası
Tabi, bunların hepsini ailesinin desteğiyle yapıyor. Ailesi çok aydın. Hatta sadece Marjane’e değil çevrelerindeki tüm çocukları eğitmeye çalışıyorlar. Fakat Marjane’in asi ruhu çevresi ve okuldaki öğretmenleri tarafından göze batmaya başlıyor. Sınıfta düşüncelerini çekinmeden dile getirmesi tepki topluyor ve aileye şikayet geldiği anda, aile endişelenmeye başlıyor. Filme, özellikle büyükannenin aydın görüşleri damgasını vurduğunu söylemeden geçmemek lazım tabiki. Onun da desteğiyle Marjane’i Avusturya’ya gönderme kararı alınıyor. Ailesinin üzüntüsünü ona göstermeden, sadece onun geleceğini düşünerek hareket etmesi ise seyircinin gözlerinin dolmasına yetiyor. Marjanein Viyenada yaşadığı ilk ve temel sıkıntı din farkı oluyor. Hristiyan toplumun yaşam tarzına alışmak her insanı zorlayacağı gibi, küçük yaştaki bir kızı da fazlasıyla zorluyor. Asla hiçbir şeye yüzeysel olarak bakmayan Marjane, Viyana’daki kültüre de yüzeysel bakmayı tercih etmiyor tabi ki. Kültürü derinlemesine araştırıp uyum sağlamaya çalışıyor. Bunu da ‘Kendimi ait olabileceğim bir yer bulduğuma inandırdım’ cümlesiyle ispatlamış oluyor. Güçlü yapısından dolayı ailesine, çektiği sıkıntıları yansıtmıyor. Tatillerde yalnız oluşu da çok duygusal anlardan bir tanesi.
Mollalardan kaçıp rahibelerin arasında yaşamaya başlayınca bulunduğu yere ait olmadığı hissine kapılıp rahibelere isyan ediyor. Sonrasında da bitmek bilmeyen, ait olduğu yeri bulma arayışına giriyor. Bu sırada da kendisini geliştirmeyi ihmal etmiyor. Karakterden bekleneceği üzere, çevresindeki insanlarla olan sohbetleri de yüzeysel değil. Fakat bu sırada, kültürün içerisine girmeye başladıkça çatışmalar doğuyor. ‘Avrupa’da Ortadoğulu Olmak’ çatışması Marjane’e bir sohbet esnasında “Fransızım” dedirtiyor ve zaten o noktada ipler kopuyor. Büyükannesinin ‘Kendine karşı her zaman dürüst ol’ sözünü inkar etmiş oluyor. Bu sadece büyükannesini değil köklerini bağlı olduğu kökeni de inkar etmek aynı zamanda.
Avrupa'ya Kaçış
Tam bu bunalım içerisindeyken büyümenin de getirdiği aşk ihtiyacı ortaya çıkıyor. Erkek arkadaşı olan Markus’un yazar olmak istemesi Marjane’i ona bağlayan temel sebeplerden bir tanesi. Her ilk aşkta olduğu gibi yediği kazık onu sarsıyor. Ama zaten kültürel bunalım yaşadığından toparlanma süreci diğer insanlardan farklı. Hatta çok daha uzun...
Güçlü karaktere rağmen yaşadığı bunalım çekilemez raddeye geldiği noktada Marjane, ülkesine geri dönmeye karar veriyor. Dönmesine dönüyor ama Marjane eski Marjane değil ve bunu fark etmesi çok zamanını alıyor.
İran’dakilerin Marjane’e ilgisi muazzam. Komşular sıraya girip binlerce soru soruyorlar. Tabiki Marjane onlara hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatamayacak kadar bitik. Ortadoğu’da doğup Avrupa’da ergenliğini geçiren insan bunalımı kendisini hiçbir yere ait hissetmeme psikolojisini getiriyor. Hatta gittiği psikolog bile onu anlayamıyor.
Tam bu noktada Allah’la yüzleşiyor. Bu durum hayatına yeni bir sayfa açma düşüncesine itiyor onu. Masum bir adamı kendisini kurtarmak için tutuklattığını büyükannesine anlatınca yükselmeye başlamadan önce en dibe vurma durumunu doğuruyor. Büyükannesinden hayatında hiç görmediği kadar sert bir tepki gören Marjane her şeye yeniden başlamaya karar verip üniversiteye başlıyor. Burada onun köklerine görüşünü görüyoruz. İsyankar, boyun eğmeyen, düşüncelerini çekinmeden söyleyen eski Marjane...
Baskı yüzünden istediği hayatı yaşayamayan Marjane, sevdiği insanla beraber olabilmek için evlenmek zorunda kalıyor. Fakat zorunlu evlilik mutsuzluğu da beraberinde getiriyor... İran’da kendi karakterinden ödün vererek yaşamaktansa ait olmadığı bir yerde kendisi olarak yaşamayı tercih eden Marjane, Avrupa’ya temelli taşınmaya karar veriyor.
Ben de Bu Kadın Olabilirdim
Persepolis, baskıcı hükümetin bir kadının hayatını ne şekilde berbat edebileceğinin belgesi. En başta Marjane Satrapi’inin anlatmak istediği nokta da bu: “Ben de bu kadın olabilirdim” düşüncesini seyircinin kafasına oturtmak. Müslüman ülkelerden herhangi birisinde yaşayan her genç kız bu cümleyi kuruyor kendi kendine. Yani film sadece şeriat hakimiyetindeki bir ülkeyi anlatmıyor. Orada yaşayan kadınların yaşayabileceklerini gösteriyor bize milim milim...