Güz Sonatı (Höstsonaten) (1978)

Güz Sonatı (1978)Höstsonaten

Puan 9.6 / 10
Senin Puanın
Yönetmen
Dil
İsveçce
Ülke
Batı Almanya
Süre
99 dakika
66
0
114
86
Özet Fragman Beğenenler
kallehari profil fotoğrafı
kallehari
Güz Sonatı… “ne denmelidir bilmiyorum, sevgim acıyor” der Turgut Uyar, “yazık sevgime diyor, birisi” diye ekleyerek. Eva, Liv Ulman; “başarılı” bir piyanist olan kariyerinin inişli çıkışlı yıllarının her birinde ayırt etmeksizin sırt ağrılarından muzdarip bir annenin, Ingrid Bergman’ın biricik kızı. Bu “biricik” anne-kız ilişkisinin zehirli yanının duru olmasıyla birlikte hıçkırık krizleriyle bize yansıdığı enfes diyaloglarda, anne olmak ve ünlü bir anne olmak, kız çocuğu olmak ve ünlü bir piyanist annenin kız çocuğu olmak ayrımında tıkanmış ve yıllarca kopuk ilişkiler yumağına hapsolmuş mutsuz iki kadını izliyoruz. Babasından övgü ve soluk bir sevgiyle bahseden Eva.. kızlarından ve ailesinden, kendi ailesinden göremediği sevgiyi yalnızca müzik ile tanıyabildiğini iddia eden Charlotte.. ne gariptir kayıp insanların öfke dolu bağırışları! Çokça yanlış çokça gerçek içerirler. Fakat gene de biz onlara yaklaşıp dışarıdan görüneni fısıldayamayız zirâ hakkımız yoktur. Tıpkı Eva’nın annesine kustuğu öfke karşısında yalnızca sigara içen ve sigara içen Charlotte gibi. İnsanlar, anneler, kız çocukları ve zehirli sarmaşık gibi zehirli olması doğasında kaçınılmaz olarak yer alan, başka bir şey bilmeyen aile bağları. Nefretimiz onlara karşı gereksiz bir sevgi pusuna bürünmüyor mu bir de? Hele o çocuksu beklentiler gene kaçınılmaz ve kaçınılmaz olan.

error_outline
Rainbow profil fotoğrafı
Rainbow
Evet konusu anne - kız yüzleşmesi. Sıradan belki ama hiç de sığ değil. Kızımız Eva çocukken annesinden nefret eden ama annesi olduğu için bu nefreti bastıran ve nefreti korkuya dönüşen çaresiz bir insan. Çok sevdiğim ve etkilendiğim psikanalistlerden biri olan Bowlby 'nin güvensiz - kaçıngan bağlanma kuramı geldi aklıma. Birincil sevgi tarafından sevilmemesi ha demek beni hiç kimse sevmeyecek inancına itmiş kızcağızı (al işte gitti özbenlik ), bu yüzden de ileriki yaşamında kuracağı tüm ilişkilerde özellikle romantik ilişkilerinde çekingen bir tavır sergilemesine yol açmış. Çocuk sahibi olma arzusu temelde annesiyle olan başarısız ilişkisini kendi çocuğu üzerinde telafi etme etme isteği veya belki de bunu annesine bak başarılı ilişki nasıl oluyormuş babında kanıtlama isteği ne kadar depresif modda olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan kariyerini öncül olarak seçen dolayısıyla da doğası gereği kızlarına ihtiyaç duydukları yoğun ve tutarlı ilişkiyi sunmaktan uzak ve kaybettiği hayat arkadaşının acısını yadsıma mekanizmasıyla yok sayarak libidosunu başka şeylere yöneltip -sözde- hep güçlü durma eğiliminde olan bir anne. Charlotte. Gerçekten ne evlilik ne de evlat sahibi olma için yanlış zamanda alınmış karardan daha sancılı daha üzücü ne olabilir ki ? Aha iştee istenmeyen evlilikler, istenmeyen çocuklar ! Ah Ingmar Bergman seni yürekten kutluyorum böylesine önemli bir evrensel insanlık problemini yüzümüze yüzümüze çarptığın, dile getirilmesi gerekeni en etkili şekilde sunduğun için. Kendime de kızıyorum. Nedeeen nedenn bu filmi geç izledin diye ! Siz geç kalmayın, bir an önce izleyin. Çünkü izlenmeyi kesinlikle sonuna kadar hak eden bir yapım.
error_outline
negerekvaryahu profil fotoğrafı
negerekvaryahu
“chopin duyguludur ama aşırı duygusal değil. duygu aşırı duygusallıktan çok uzaktadır.”
error_outline
japonbalikcisi profil fotoğrafı
japonbalikcisi

Hem annesinin kendisine duyduğu nefret hem de toplumsal psikolojik baskının onun üzerindeki etkisiyle kız çocuğu şunu unutur: Sevgi hakedilen bir şeydir. Bir anne dahi olsa sevgiyi haketmelidir.
Sağolsundur, dünyaya getirmiş, bakmış büyütmüştür. Ama küçücük şeylerden bile memnun olacak bir kız çocuğunun kendisine karşı duvar örmesine neden olan bir anne sevgiyi ne kadar hakeder?
Bir kızın annesinden nefret etmesi büyük cesaret ister. Din vardır, toplum vardır, rol vardır. Hepsi acımasız bir şekilde kızın içindeki duyguyu bastırmasını sağlar. Ama bu kızda öyle büyük yaralara neden olur ki, annesinden sonra kimseyi doğru düzgün sevemez, sevilemez.
Bu yüzden anne olmak beni korkutuyor. Ya kızımı sevemezsem? Daha da kötüsü, ya kızım benden nefret edemezse?

Apağır bir tokattı bu film. Her annenin kızıyla oturup izlemesi gerekiyor. Benim anneme izletecek cesaretim yok. Annemi hala çok seviyorum bu yüzden beni yaralayabiliyor belki de. Ama bir kez olsun karşısına geçip bütün hissettiklerimi söyleyebilmek isterdim. O zaman kanayan kirpiğim belki durulurdu…
error_outline
japonbalikcisi profil fotoğrafı
japonbalikcisi
Her kız çocuğunun annesinin kendinden nefret ettiğini düşündüğü bir zaman olmuştur. Sonra bu fikirden ya vazgeçer, ya vazgeçirilir. Ama aklının bir köşesinde hep vardır o soru: Annem beni seviyor mu? Bu soru öyle boğar ki insanı, bir süre sonra üzerine kat kat toprak örtülüp düşünmemeye başlar küçük kız çocukları. Masumluklarını kaybettikçe bir rüzgar gelir ve o toprak yavaş yavaş açılır. O soru hayatının muhtelif dönemlerinde hep kafasını kurcalar. Annem beni seviyor mu? Ama toplum anne’ye öyle büyük bir kutsiyet yüklemiştir ki, asla anneden nefret edilemez. Anne sevilmeli, sayılmalı, bütün hayatını burnundan getirse dahi hep kalbin en içinde tutulmalıdır.
Hem annesinin kendisine duyduğu nefret hem de toplumsal psikolojik baskının onun üzerindeki etkisiyle kız çocuğu şunu unutur: Sevgi hakedilen bir şeydir. Bir anne dahi olsa sevgiyi haketmelidir.
Sağolsundur, dünyaya getirmiş, bakmış büyütmüştür. Ama küçücük şeylerden bile memnun olacak bir kız çocuğunun kendisine karşı duvar örmesine neden olan bir anne sevgiyi ne kadar hakeder?
Bir kızın annesinden nefret etmesi büyük cesaret ister. Din vardır, toplum vardır, rol vardır. Hepsi acımasız bir şekilde kızın içindeki duyguyu bastırmasını sağlar. Ama bu kızda öyle büyük yaralara neden olur ki, annesinden sonra kimseyi doğru düzgün sevemez, sevilemez.
Bu yüzden anne olmak beni korkutuyor. Ya kızımı sevemezsem? Daha da kötüsü, ya kızım benden nefret edemezse?

Apağır bir tokattı bu film. Her annenin kızıyla oturup izlemesi gerekiyor. Benim anneme izletecek cesaretim yok. Annemi hala çok seviyorum bu yüzden beni yaralayabiliyor belki de. Ama bir kez olsun karşısına geçip bütün hissettiklerimi söyleyebilmek isterdim. O zaman kanayan kirpiğim belki durulurdu…
error_outline
sisyphos77 profil fotoğrafı
sisyphos77
Woow.. yıllar sonra anne-kızın yüzleşmeleri. Öyle net ve açık bir yüzleşme ki insanın kanı çekiliyor. Kızın annesine söylediklerinden bir kısmı: “Senin gibi insanlar tehdittir. Bir yere kapatılıp zararsız hale getirilmelidir. Bir anne ve kızı. Duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kombinasyonu. Sevgi ve ilgi adına her şey mümkündür ve yapılabilir. Annenin acıları kızına geçmelidir. Annenin hatalarını kızı ödemelidir. Annenin mutsuzluğu kızının mutsuzluğudur. Sanki göbek bağı hiç kesilmemiş gibi.Anne gerçekten öyle mi? Kızının felaketi annenin zaferi midir? Benim kederim senin saklı zevkin mi? “ Ingrid Bergman'ın yüzüyle, mimikleriyle yaşayan oyunculuğuna bayıldım.
error_outline
shieldmaiden profil fotoğrafı
shieldmaiden
Bir annenin kızına ve kızının kendi kendisine yabancılaşmasının en çarpıcı hali. Vicdan, nefret, af üzerine muazzam tiradlara doyarken yuvarlak çerçevenin ardından kocaman gözlerle bakan Eva'nın yalnızlığına karışıyorsunuz. Hem anne-kız arasındaki bağın türü hem de duygularını müzikle dizginleyen karakterler bana La pianiste filmini anımsattı. Son sahnelerdeki çapraz geçişlerde ise beni benden aldın be Bergman.
error_outline
EntelKarinca profil fotoğrafı
EntelKarinca
Şiir gibi film diye buna derim. Bergman'ın mucizesi böyle oluyormuş demek ki. Şiddetle tavsiye ediyorum
error_outline